“Tarihin seyri içerisinde Türkler savaşma kabiliyetlerini ila-yı kelimetullah için sarf etmişlerdir. Ölürse şehit olmuş göklere kanatlanmış, yaralandılarsa yaralarını ve bedensel engellerini rıza-yı ilahinin dünyada bir nişanesi gibi taşımışlar gazi olmuşlardır. Kuru cihangirlik kavgası olmayan, halis niyetli padişahlarının gölgesinde gazadan gazaya koşmuşlar, kimilerinin kalbi vatan topraklarına dönememişse de kaldıkları yerde ulu bir çınar gibi neşvünema bulmuşlardır. Bir üst kimlik olarak Türkler, asıl deyişle Osmanlı coğrafyasındaki tüm Müslümanlar sebepler dairesi içerisinde her ne kadar üstün savaş teknolojisi ve askerî eğitimiyle gerçekleştirdikleri harpleri kazandı gözükse de aslında bu harpleri kazanmalarındaki asıl sebep arkalarında mütemadiyen mevcut olmuş "dua orduları"ydı. Rivayet odur ki, Osmanlı son dönem, yani bütün küffar orduları Devlet-i aliyye’yi öldürmek için bütün cephelerde taarruz ediyorken bir gün cephelerin birinden Saraya, yapılan savaşın büyük meşakkatler içerisinde sürdüğünü ve ordunun muzaffer olması için hususi dua buyurulması arz edilir. Padişah efendimiz, yaverini kenar mahallelerde mukim bulunan bir yaşlı........