Işığa tutup bakınca

Kehribardan söz etmek ne güzel... Devam edelim öyleyse... Kehribar reçinesi donduğu anda zaman onun için biter. Zaman dışarıda akmaya devam eder: İnsanlar büyür, yaşlanır, taşınır, ayrılır, barışır, unutacağını sandığı şeyleri bir daha hatırlar. Şehirler değişir. Bir sokağın taşları yerinden sökülür, yeni asfalt dökülür. Bir evin rengi boyanır. Bir pencere kapanır. Bir çocuğun sesi kalınlaşır... ama kehribarın içinde kalan, olduğu yerde kalır.

Kehribarı ilk gördüğümde çocukça bir hayranlık hissetmiştim. Işığa tutup bakınca içindeki şeyin âdeta “zamanın içinde kaybolmamış” gibi durması tuhaf bir huzur verir insana.

“Ne kadar güzel korunmuş” dersin. Sanki hayatta hiçbir şeyin tam olarak korunamadığı bir dünyada bu küçük parça bir hikmet gibidir. Sonra şunu fark ettim ki, korunmakla sıkışıp kalmak arasındaki fark, bazen sadece bakış açısıdır. Çünkü bir şeyi korumak, onu yaşatmak gibi gelir kulağa... Fakat bazen korumak, onu hareketten mahrum bırakmaktır. Bazen korumak, onu bir şeffaflığın içine hapseder; görünür yapar ama erişilmez. Bazen korumak, “değişmesin” diye “yaşamasın” demektir. İşte bu yüzden kehribar bana yalnızca bir doğa olayı gibi gelmiyor.........

© Türkiye