Yıllar önce rahmetli Oktay Sinanoğlu’nu bir konferansa davet etmek için Amerika’da ziyaret etmiştik. Evine gittiğimizde eşi hocanın evde olmadığını söyledi. Hâlbuki randevulaşmıştık. Biz ne yapacağımızı düşünürken eşi olan hanımefendi, “Merak etmeyin, şimdi çıkar buluruz” dedi.
Birlikte çıktık ve evin yakınındaki bir restorana gittik. Gittiği birkaç mekândan birisiymiş. Oktay Hoca bir masaya oturmuş tek başına kitap okuyordu. Önce konferans davetiyesini ilettik, sonra da konferans dergisi için bir röportaj yaptık.
Yazıp çizen birisi olduğum için Türkçemin iyi olduğunu düşündüler ve röportaj sorularını bana sordurdular. İlk soruyla başladım. Ama daha ilk cümlemin sonuna soru işareti koyamadan, Oktay Hoca elini masanın üzerine koyup “Düzgün konuş!” dedi.
“Bir saygısızlık ettim herhâlde” diye düşünüp soruya yeniden başladım. Ama yine cümlenin sonuna ulaşamadan hoca, “Benimle uydurukça konuşma, Türkçe konuş!” dedi sert bir şekilde.
Ben kurduğum cümleyi zihnimde ögelerine ayırıp hangi kelimelerin uydurukça olduğunu düşünürken de döndü ve eliyle hamburger servisi yapan siyahi bir adamı gösterip, “Siz dilinize sahip çıkmazsanız,........