Yalnız bedenimdeki soğuğu değil istikbâlimdeki soğukları, kırgınlıkları da dindiriverdi o billurdan gözyaşları. Memleketi, anamı, babamı hatırladım elimde olmadan gözlerim buğulandı. - Mahzuru yoksa isminiz evladım? - Asıl ismim Ebû Vüheyb bin Ömer Sayrafî. - Yedeği de mi var ki "asıl ismim” diye başladın? Böyle bir suâl sorduğumdan mı ne gülüştük. Hava bambaşka bir şekil aldı. - Behlül Dânâ da diyorlar da onun için öyle dedim. - Allah iyiliğini versin Vüheyb! - Âmin, ecmâin. - Memleketin nere? - Kûfe. - !!! Benim Kûfe'den zor şartlarda geldiğimi öğrenir öğrenmez daha bir tavrı değişti. İnsanların dert, belâ, musibet çekmelerine fena üzülüyormuş meğer. Yanaklarına doğru süzülen damlaları gördüğümde ben de dayanamadım hasretlik, gurbet, gariplikten mi, yoksa beni anlayan birine kavuşma sevincinden mi ne titremeye ve ağlamaya başladım... O evde, o iki damla, hayatımda aldığım ilk hususi hediyem olmuştu; bütün acılarımı, hayal kırıklıklarımı tehir edip erteletti. Yalnız........