“Şimdi ben ne yapacaktım?” suâline cevap arıyordum...

Biraz nefesleneyim derken bulduğum toprakların üzerine uzanıverdim. Meğerse orada birisi öldürülmüş, kanları toprakları ıslatmış! Üzerime üzerime gelen koca taşların yuvarlandığını gördüm, daha yüksekçe bir yere çıktım. O küçük canavarlardan kaçıp saklanmam imkânsız gibiydi. Bari çocukları durdurayım diye muziplikler yapmaya başladım. Yerden bir küçük taş alıp elebaşı olabileceğini tahmin ettiğim kara yağız delikanlı adayına uzattım, baktım tesir etmiyor bu sefer de dilim döndüğünce yalvardım, dedim ki: “Bana taş atmayın demiyorum çocuklar, atın ama büyük olmasın. Şu gösterdiğim kadarcık taşları atın bari. Büyük taşlarla beni topal etmeyin. Ayağım yaralanırsa, menzilime varamam, oturarak namaz kılmaya mecbur olurum...” Onlardan biri “Hah ha! Ne akıllı adammış be! O iri taşları değil de şu küçük taşları atın…” diyor, kahkahayı patlatıyordu. Küçük bir kâbus görüyordum, ya da tam bir felaketin ortasında kalmıştım. Çaresizliğim kimsenin umurunda değildi. Ne kadar korunmaya........

© Türkiye