İttihâd ve Terakkî’nin Türkçülüğü, Cumhuriyet Türkçülüğü, 1944 Turancı Türkçülüğü ve nihâyet Ülkücü hareket Türkçülüğü hepsi birbirinden ayrıdır. Bir ideoloji ham bir fikir olarak aynı minvâl üzerinde olmasına rağmen nasıl farklı olabilir? Aslında farklı değil, çok farklı demek lâzım! Bir milletin yıllarca içinde bulunduğu kültürünü, örf ve âdetlerini, bayramlarını, yazılı ve sözlü edebiyat ürünlerini baskıcı bir şekilde değiştirirseniz, o milletin eksenini kaydırmış olursunuz. Kültür alt yapısı yıllar geçse de, değişik medeniyet dâirelerine girilse de, hattâ düşman işgâline uğrasa bile kolay kolay değişmez. Kültür milletin mânevî gen haritasıdır. Bu mîrâsı değiştirirseniz veyâ buna teşebbüs ederseniz bünyeye uygun olmayan kan vermiş olursunuz. Türklerin din ve medeniyetlere dayalı inanç ve yaşayış değişmeleri olmuştur. Ama değişmeyen şeyler de vardır: Atalar kültü ve töre-inanç bağlılığı… İslâmiyetten evvel töre ve din aynı çerçevede bulunmuştur. Şer’î sistemden evvel töre, dînî yaptırımları içine alıyordu. Töre mi kağan mı sorusuna hiç şüphesiz “töre” cevâbı verilecektir; çünkü kağanın “kut”u da töre kaynaklıdır. İslâmiyette de durum değişmemiştir. Töre yerine şeriat, kağan yerine, han, hâkan, sultan, bey, emir veyâ pâdişah geçmiştir. İslâmî uygulamalarda da kurallar yânı şer’î müeyyideler hiç şüphesiz yönetenden önce gelirdi. SEKÜLER SİSTEMLER Demokratik ve lâik-seküler sistemlerde yönetici anayasanın verdiği haklar kadar yetkilidir; din veyâ töre belirleyici değildir. İslâm öncesinde veyâ sonrası monark ülkelerde “atalar kültü” töre ve sonrasında şeriat, toplumların yapısıyla veyâ köklü inkılâplarla zayıflar hattâ unutturulur. Hâlbuki geçen nesil yâni “selef” Türk kültüründe çok önemlidir. Dedeler torunlara yol göstericidir. Atalar kültü bağlamında babadan oğula geçen idâre îcâbı eski yöneticilerin dirâyet ve cesâreti, oğullara ve torunlara örnek olmuştur. Amcalar da baba yarısı olarak aynı saygıyı görmüşlerdir. Göktürk Kitâbeleri’nde şu örnekler bu konuda açıklayıcı durumdadır: “Babam kağan öylece ili töreyi kazanıp uçup gitmiş.” (Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 8. Baskı, BK/D 13, s.36 Boğaziçi Yay. 1986) “Amcam kağan ile doğuda Yeşil Nehir’e Şantung Ovası’na kadar ordu sevk ettik.” (Age, Orhun Abideleri BK /D 15 s.37) “Türk milleti yok olmasın diye Babam İlteriş Kağan’ı annem İlbilge Hatun’u göğün tepesinden yukarı kaldırmış.” (Age, Orhun Abideleri, BK / D, 10, s.36) Oğul atadan görmeyince sufra çekmez. Oğul atanın yeteridür; iki gözinün biridür. Devletlü oğul kopsa ocağınun közidiür. (Evlât babadan görmeyince yemek yedirmez. Oğul babanın yerini tutan iki gözünün biridir. Hayırlı evlât yetişse ocağın ateşi gibidir.) (Dede Korkut Kitabı, Doç Dr. Muharrem Ergin, Ankara Üniv. Basımevi s.V, 1964) Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey de atası Ertuğrul Gâzî’yi ve dedesi Süleyman Şâh’ı aynı vesîleyle yâd eder. Osmanlının son pâdişahları bile sık sık Osman Bey’i, Fâtih’i ve Kânûnî’yi “dedem” şeklinde anmışlardır. Monark idârelerin çoğunda saltanat veyâ yönetim babadan oğula geçer. Türk yönetimleri hep böyle olmuştur. Tek yöneticilerde vatan toprağı onların mülkü olarak kabûl edildiği için, kendi mülküne sâhip çıkma şuuru ile mülkiyet ve kutsallık bütünleşmiştir. Demokratik rejimlerde seçimlerle yönetici kadrolar tamâmen değiştirildiği için liderler kânunların verdiği haklar çerçevesinde inisiyatif kullanabilirler. Yasama ve yürütmenin kararlarını yüksek mahkeme (Anayasa Mahkemesi) bozabilir. Bizde Göktürklerden Osmanlıya kadar savaşlarda zafer de hezimet de kağana veyâ sultâna âitti. BATI SERMÂYESİ Tanzîmat’la başlayan sultan yetkilerinin aşırı kısıtlanması bâzı olumsuz olayları da berâberinde getirmiştir. Meselâ hazînenin yetersizliği, Balkanlardaki isyanlar, Arap diyarlarındaki karışıklıklar, Osmanlının bu arada savaşa girmesini engelleyen en önemli faktörlerdi. Rusya’nın savaş açmak için aradığı fırsat Osmanlı devlet adamları tarafından Ruslara âdetâ altın tepsi içinde sunuldu. İngiliz kuklası Reşid Paşa’nın türlü entrikalarla Osmanlıyı 93 (1877-78) Harbi’ne sokması devletin hem büyük toprak kayıplarına hem îtibar kaybına hem de çok büyük borçlanmasına sebep oldu. II. Abdülhamid’i savaştan korkmak veyâ kaçmak isterdi diyenler şu gerçeği........