Tarih içinde ayrı bir tarih

Bazı Osmanlı aydınlarını hayran bırakan birkaç manken ve bir opera oldu. 1930’dan sonra bunların hepsini yaptık. Oratoryolar da besteledik, tiyatrolar da sahneye koyduk. Opera galaları da yaptık. Balolar da tertipledik. Bunlar hepsi bizi kültür olarak Batılı yaptı. Ama yeni yazılan târihimizde bizim kültürümüz hangi sayfalarda gizli kaldı? Batılı zımmî ve ticâret erbâbının bir nevi koloni hâline getirdiği Pera (Beyoğlu), Osmanlı içinde ayrı bir âlemdi Batı hayranlığı, giderek rejim hayranlığına ve rejim muhâlifliğine dönüştü. Dünyâda çok az millete nasîp olan şanlı bir geçmişimiz vardır. Târih insan hayâtı gibidir. İzzet veyâ zillet bir kitabın ön ve arka sayfalarına benzer. Ön kapak zaferle başlarken son kapak hezîmet veyâ zilletle bitebilir. Her ne olursa olsun izzet de zillet de bizimdir. Atalarımızın bize bıraktıkları târihî gerçeklere sâhip çıkarız. Hatâlarıyla ve savaplarıyla… Burada yalnız bir maddeye i’tirâzımız vardır: İhâneti affetmeyiz. Osmanlıya aristokrat diyenler bilmezler mi ki toprak devletin elindedir ve işleyene verilir. Şahsa ait temellük mülk yoktur. Yâni Avrupa’daki gibi feodalite yoktur. O feodaliteyi savunmak için kurulmuş feodal mâlikler ve onların zâlim bekçileri şövalyelik sistemi hiç olmamıştır. Komünist anayasaların “Toprak işleyenin, su kullananındır” maddesi sâde sözde kalırken, Osmanlı toprağı bir yıl âtıl bırakanın elinden alır ve onu işleyene verirdi. Has, zeâmet ve tımar sistemi Osmanlı toprağında bir karış işlenmemiş toprak bırakmıyordu. Osmanlıda Avrupa’daki gibi ne aristokrasi ne bürokrasi ne de jüristokrasi olmuştur. Yâni Osmanlıda ne seçkinler sınıfı ne devlet büro sınıfı takımı ne de kânunu halkın aleyhine kullanan hukuk takımı olmuştur. Zâten buna şer’î sistem mânîdir. Târihimizi 1000 yılla güdükleştirip 1071’de Anadolu’ya ayak basmakla sınırlamayız. Hunları, Göktürkleri, Uygurları saf dışı bırakmayız. Karahanlılar ile başlayan Müslüman Türk târihine ayrı bir sayfa açarız. Orta Asya tâbiri yerine Türkistan coğrafyası veyâ “Uluğ Türkistân” demeyi tercîh ederiz. Türkistan’ımızın ana yurdumuz olduğunu aslâ unutmayız. Türkiye’mizi bize devre mülk olarak verdiklerini sananlara yıllardır verdiğimiz dersler ortadadır. Bizden hîle ve ihânetle koparılan vatan topraklarımızı ata mîrâsı olarak görür, gasp edilen hakkımızı istihkâk-ı hak (hakkın elde edilmesi) olarak bilir, sabırla bekleriz. Burnumuzun dibindeki adalara, târih hazînesi Göbeklitepe’den daha çok sâhip çıkarız. Câber Kalesi’nin yurdumuzun parçası olduğunu unutmayız. Ata sözlerimizi kaynak görür bunlarla kültür hazînelerimizin parçaları olduğu gerçeğini dipdiri canlı tutarız. “Halep ordaysa arşın burada”, “Ana gibi yâr Bağdâd gibi diyâr bulunmaz”, “Evvel Şâm, âhir Şâm”, “Bundan iyisi Şam’da kayısı”, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak”, “Anu Yemen’dir, gülü çemendir, burası Huş’tur, yolu yokuştur” vs. Ya da içli türkülerimizle terennüm ettiğimiz mahzun nâmeler boşa mı söylendi. “Estergon Kal’ası bre dilber aman”, “Manastır’ın ortasında var bir havuz”, “Kırım’dan gelirim aman atım Arap’tır”, “Sivastopol önünde yatar gemiler”, “Vardar Ovası”… Ya her biri yürek yarası olan Kerkük türkülerimiz, bunlar bize hiçbir şey hatırlatmıyor mu? Ata sözlerimiz başkalarının ataları mı söylemiş? Yanık türkülerimizi bizim adımıza başkaları mı yakmış? İsrâil “Arz-ı mev’ûd” diyor, Orta Doğu’yu parselliyor. “Dâvûd Koridoru”nu yol geçen hanına çeviriyor. Ata’mız Oğuz Kağan’ın vasiyetini Hunlar, Göktürkler ve Osmanlı atalarımız yerine getirdi; dünyâyı parselleyip güneşi tuğ, gök yüzünü çadır yaptılar. Sonra birileri bizi bir avuç toprağa mahkûm etti. Macaristan, Kosova, Bosna-Hersek, Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan Avrupa’daki toraklarımızdı. Orada evlâd-ı fâtihân yaşıyordu. Atalarımızn nakış nakış işlediği çil çil kubbeler, câmiler, mescidler, hamamlar, köprüler nerelerde? Câmi ve mescidler bar ve pavyona çevrildi. Vatandaşlarımıza, dindaşlarımıza, soydaşlarımıza zulümlerin en âlâsı lâyık görüldü. Dindaşlarımız olan Arap kardeşlerimiz! 450 sene adâletle hüküm süren Osmanlı’nın neyinden incindiniz de Hristiyan düşmanlarınızla bir olup sâhib-i Hılâfet olan Osmanlı’ya sırt çevirdiniz. Ürdün, Lübnan, Sûriye, Mısır, Fas, Tunus, Cezâyir, Haremeyn-i Muhteremeyn (Mekke ve Medîne) bizimle berâberken huzûr içinde değil miydi? Kudüs, Mescid-i Aksâ Yâhûdî’nin postalları altında neden çiğneniyor. Ka’be-yi şerîf’in Altın Oluk’u, Ecyâd Kal’ası, neden öksüz kaldı. Hicâz demiryolunun uzayıp giden Osmanlı hasreti kimleri sevindirdi?........

© Türkiye