Sanıyorum akademinin ilk yıllarından beri enflasyon meselesiyle uğraşıyorum. Şöyle bir geriye dönüp bakınca 1990’lar boyunca Türkiye’de ve diğer gelişen ülkelerde enflasyonla mücadele adına neler yaptıklarına şahit oldum. Annemin hastalığı sebebiyle tam 1982-1994 boyunca birkaç aydan fazla kalmak zorunda olduğum İngiltere, sonra çeşitli görevler sebebiyle Latin Amerika, MENA, Uzak Doğu, Türk Cumhuriyetleri, Kafkaslar ve Rusya ziyaretlerim sıklaştı. Anladım ki, her ülkenin siyaset anlayışına göre antienflasyonist ya da bugünkü deyimle dezenflasyon yaklaşımı var. Bundan 26 yıl önce yani 1998 yılında kaleme aldığım bir bilimsel makalede siyasal iktidarlar ve enflasyonla mücadele arasındaki ilişkiyi detaylı bir şekilde analiz etmişim. Hatta “enflasyonun sebepleri belli, bilerek müdahale edilmiyor” şeklindeki eleştirileri kahve sohbeti tadından biraz daha ileriye götürmek için şunları yazmışım: “…Eğer enflasyonun nedenleri bu kadar açıksa, neden etkin bir anti-enflasyonist politika uygulanamamaktadır? Bu sorunun cevapları şu şekilde sıralanabilir: 1. Sorun iyi tahlil ediliyor ama kullanılan araçlar yanlış seçiliyor; 2. Sorun iyi tahlil edilemiyor ve dolayısıyla çare bulunamıyor; 3. Sorun apaçık meydanda olmasına rağmen sorun bir sonraki iktidara teslim ediliyor; 4. Sık sık gözlemlendiği gibi sorunun farkında olunduğu izlenimi verilip iktidarı sağlamlaştırmak amacı ile yapay ve kısa vadeli politikalar (fiyatları dondurmak gibi) kullanılıyor. Son cevabın arkasında yatan en önemli sebep, radikal ekonomik kararların enflasyonla yaşamaya alışmış bir toplumun tepkisini nötralize edecek veya yumuşatacak cesaret, iktidar ve en önemlisi bilgiye sahip olmamaktadır. Bu inceleme (bilimsellik, gözle görülmeyen ve hatta teorik alternatifleri de dikkate almayı gerektirdiğinden) enflasyonu düşürme sorununu, sosyoloji ve politika sentezi ile çözmeye çalışacak iktidarların karşısına çıkacak zorluklar konusunda bir tartışma niteliği taşımaktadır…” Şimdi o gün yazdıklarımın bugünkü analizine geçelim. Bundan 26 yıl önce altını çizdiğim 4 maddeden 3 numaralı olanı hemen eledim. Çünkü küresel olarak bugünün iktidarları koltuğu bırakmayı düşünmüyor ve bir sonraki hükûmetin yine kendileri olması için uğraştıklarından belki de cümleyi şu şekilde değiştirmek uygun olur: “Sorun apaçık meydanda olsa da bir sonraki seçime kadar topu havada tutmak uygun görülüyor..” Tabii bir de bunun üzerine iktidar haricindeki tüm siyaset odaklarını suçlamak da âdet hâline geldi. ABD’de iki dönem başkanlık yapanlar bile bir önceki başkan ve yönetimi suçlamayı âdet hâline getirdi diyebilirim. Bunun haricinde 1, 2 ve 4. Maddeler ile ilgili geçerlik hâlâ korunuyor. Sorunun doğru tahlil edilmesi ama yanlış enstrüman kullanılması başlı başına bir liyakat sorunu olsa da, sorunun doğru tahlil edilmeyip yanlış reçete uygulanması oldukça güncel ve vahim bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Elbette bu vahimliğin daha ileri vakası, 4. Maddede belirtildiği gibi enflasyonla mücadele ediliyormuş gibi izlenim vermek için döviz kurlarından mal ve hizmet fiyatlarına kadar müdahale etmektir. Dezenflasyon politikası elbette efektif talebin aşağıya çekilmesini mecburi hâle getirdiği için, ne vatandaş ne de iş insanları tarafından hoş karşılanmaz. Hatta kamu harcamaları da efektif talebin bir unsuru olduğundan, hükûmet içinden de itirazlar ve dirençlerin gelmesini beklemek lazım. Dolayısıyla enflasyonla mücadele sadece ekonomi yönetiminin tek başına yürüteceği bir faaliyet değil, iktidarın sahip çıkması gereken siyasi bir meseledir. Bugüne kadar şahit olduğumuz ise liderlerin işler iyi giderse sahip çıktığı ancak ters gittiğinde ekonomi yönetimini suçlu bularak görevden aldığı bir süreç ya da alışkanlıkla devam etmektedir. Merkez Bankası başkanlarından, ekonomiyle alakalı bakanlara kadar görev süreleri tamamlanmadan yaşanan değişimler hep gelişen ülkelerde yaşanmaktadır. Hatta bu görevlerin artık süresi de belli olmamaktadır. 1998 yılında yazdığım makalede çok sayıda bilim insanının bu konudaki görüşlerine yer vermiştim. Hemen hemen birçoğu meselenin teknik bir reçete yazmaktan çok; sosyoekonomik, sosyopolitik hatta bazı durumlarda diplomatik etkilerin de dahil olduğu bir tedavi süreci olduğunun altını çizmişler. Tüm bu görüşlere yer verdikten sonra analiz beni “güven sorunu” ya da “kredibilite sorununa” götürmüş gözüküyor: “...Hükûmetlerin tutarsız ve istikrarsız davranışları karşısında ücret, faiz, kâr ve........© Türkiye