MENEMEN–KUBİLAY OLAYI (23 ARALIK 1930) |
Sefa Yürükel
CUMHURİYET DEVRİMLERİ VE GERİCİ DİRENİŞİN TARİHSEL ARKA PLANI
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal ve toplumsal mirasını köklü biçimde dönüştürmeyi hedefleyen bir devrim projesi olarak doğmuştur. Bu proje, yalnızca yönetim biçimini değil, bireyin devletle, toplumla ve inançla kurduğu ilişkiyi de yeniden tanımlamıştır. Cumhuriyet’in kurucu kadroları, çağdaşlaşmanın ancak aklın ve bilimin rehberliğinde mümkün olabileceğini savunmuştur.
Bu doğrultuda gerçekleştirilen laiklik devrimi, devletin dini referanslardan arındırılmasını ve yurttaşların inanç özgürlüğünün güvence altına alınmasını amaçlamıştır. Ancak bu durum, yüzyıllar boyunca dini otorite üzerinden güç elde etmiş çevrelerin tepkisini çekmiştir. Laiklik, bu çevreler tarafından bir özgürlük değil, kaybedilen siyasal ve toplumsal ayrıcalıkların sembolü olarak algılanmıştır.
Özellikle tarikat yapıları, Cumhuriyet’in getirdiği yeni hukuk ve eğitim düzeniyle birlikte kamusal alandaki etkilerini büyük ölçüde yitirmiştir. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, bu yapıların siyasal mobilizasyon gücünü sınırlamış, ancak tümüyle ortadan kaldırmamıştır. Bazı tarikat çevreleri faaliyetlerini gizli biçimde sürdürmeye devam etmiştir.
1920’li yılların sonlarına gelindiğinde, Cumhuriyet devrimlerine karşı duyulan bu rahatsızlık, ekonomik sıkıntılar ve toplumsal huzursuzluklarla birleşmiştir. Bu ortam, Cumhuriyet karşıtı fikirlerin daha kolay yayılmasına ve örgütlü hareketlere dönüşmesine elverişli bir zemin yaratmıştır.
Menemen Olayı, bu tarihsel bağlam içinde değerlendirilmelidir. Yaşananlar, bireysel bir şiddet eylemi değil; laik Cumhuriyet düzenine karşı ideolojik ve örgütlü bir başkaldırıdır.
MENEMEN’DE AYAKLANMANIN BAŞLAMASI VE GELİŞİMİ
23 Aralık 1930 sabahı Menemen’de yaşananlar, sıradan bir asayiş olayı olarak ele alınamaz. Silahlı bir grubun yeşil sancakla ilçe meydanına çıkması, tarihsel ve siyasal anlamı olan bilinçli bir eylemdir. Yeşil sancak, şeriat düzeni talebinin simgesi olarak kullanılmıştır.
Ayaklanmacılar, sabah namazı sonrasında halkı etraflarına toplayarak Cumhuriyet düzeninin sona erdiğini ve şeriatın ilan edildiğini iddia etmişlerdir. Bu söylem, dini inançların siyasal hedefler doğrultusunda istismar edilmesinin açık bir örneğini oluşturmaktadır.
Olayın kısa sürede büyümesi üzerine güvenlik güçleri duruma müdahale etmiştir. Yüzbaşı Fahri Bey, isyancılara dağılmaları yönünde çağrıda bulunmuş, devletin ilk aşamada çatışmadan kaçınma iradesini ortaya koymuştur. Ancak bu çağrı isyancılar tarafından reddedilmiştir.
Bu noktada olayın niteliği kesinleşmiştir. Ortada yalnızca toplumsal bir kargaşa değil, silahlı ve ideolojik bir başkaldırı bulunmaktadır. Bu nedenle 43. Piyade Alayı’ndan bir birliğin olay yerine sevk edilmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Menemen meydanında yaşananlar, Cumhuriyet’in henüz genç olan kurumlarının karşı karşıya kaldığı en ciddi sınavlardan biri olarak tarihe geçmiştir. Devlet, otoritesini ve anayasal düzenini korumak zorunda kalmıştır.
ASTEĞMEN MUSTAFA FEHMİ KUBİLAY’IN ŞEHADETİ
Olay yerine gönderilen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, Cumhuriyet’in yeni yetiştirdiği idealist subay kuşağının bir temsilcisidir. Görevi, kamu düzenini sağlamak ve olayların daha fazla büyümesini önlemektir.
Kubilay, silah kullanmaya başvurmadan önce isyancılara teslim olmaları yönünde çağrıda bulunmuş, kan dökülmemesi için çaba göstermiştir. Bu tutum, Cumhuriyet’in zorbalığı değil hukuku esas alan anlayışını yansıtmaktadır.
Ancak ayaklanmacılar bu çağrıya ateşle karşılık vermiştir. Kubilay ağır şekilde yaralanmış, savunmasız hâle gelmiştir. Buna rağmen saldırı durmamış, şiddet artarak devam etmiştir.
Asteğmen Kubilay’ın başının kesilerek öldürülmesi, olayın vahametini ve ideolojik boyutunu tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Bu vahşet, yalnızca bir askere değil, doğrudan Cumhuriyet rejimine........