menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ritmini Fısıldayan Şehir: Düsseldorf

10 0
19.12.2025

Düsseldorf’un çok katmanlı yapısı ilk andan itibaren göze çarpıyor. Şehir, kimliğini tek bir hikayeye hapsetmiyor; aksine farklı kültürleri gündelik hayatın doğal bir parçası haline getiriyor…

Farklı bir şehre her gidişimde aynı yanılgıya düşmemeye çalışıyorum: Bu; şehri gezilecekler listesiyle okumak. Çünkü Düsseldorf, kendini maddeler halinde ele veren bir yer değil; ritmini tutturabildiğinizde yavaş yavaş açılan bir şehir.

İlk günlerde insan ister istemez turist reflekslerine kapılıyor; Ren Nehri kıyısında yürümek, Altstadt‘ın kalabalığında kaybolmak, vitrini bol caddelerde zaman geçirmek. Oysa birkaç adım sonra anlıyorsunuz ki Düsseldorf‘un asıl hikayesi, tam da bunlardan uzaklaştığınız yerde başlıyor.

Bir sabah, nehir kenarında acele etmeden yürürken fark ettim bunu. Kimse bir yerlere yetişme telaşında değildi. İnsanlar kahvelerini aynı bankta, aynı manzaraya bakarak içiyor; sanki şehirle aralarında sessiz bir anlaşma vardı. Düsseldorf‘un yerliliği biraz da burada saklı: Yüksek sesle kendini anlatmayan ama dikkat edene çok şey fısıldayan bir dinginlikte.

Düsseldorf‘a gitmeye karar verdiğimde aklımda net bir şehir hayali yoktu. Daha çok, Türkiye’de son zamanlarda içine düştüğüm gürültüden, hızdan ve dağınık duygulardan biraz uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Düsseldorf bu anlamda bilinçli bir seçimden çok, nefes almak için seçtiğim bir durak gibiydi. Belki de bu yüzden ilk defa geldiğim bu şehirle ilişkim, daha ilk andan itibaren gezmekten çok dinlemeye dönüştü.

Şehre adım atar atmaz yolumun Little Tokyo‘ya düşmesi tesadüf değildi. Daha önce Düsseldorf‘u keşfetmiş, Uzak Doğu mutfağını iyi bilen Sayım Çınar ile birlikteydim. Düsseldorf‘un Avrupa’daki en büyük Japon yerleşimlerinden birine ev sahipliği yaptığını bilmek başka, bunu sokakta hissetmek bambaşka. Immermannstraße ve çevresindeki birkaç sokak, yalnızca restoranların sıralandığı bir bölge değil; kendi ritmi, dili ve gündelik alışkanlıkları olan canlı bir yerleşke. İş çıkışı ramen içmeye gelen Japon ofis çalışanları, manga raflarının önünde oyalanan gençler, sushi için sıraya girmiş farklı ülkelerden insanlar… Burası turistik bir dekor değil; yaşayan, çalışan, kendi gündelik hayatını kurmuş bir mahalle.

Bu mahallede dolaşırken keşfettiğimiz Zero Banchi‘de yediğim yemek, bu hissi daha da perçinledi.

Hokkaido mutfağından ilham alan udon çorbaları, soğuk bir günde yalnızca doyurucu değil, aynı zamanda sakinleştirici bir şifa gibiydi. Büyük bir masada uzun uzun oturmak yerine hızlı ama özenli bir yemek ve ardından Japon içeceklerinden........

© Turkish Forum