Ukde'nin ışığı, Uhde'nin gölgesi |
Gerçekten kişisel, toplumsal, ulusal ya da küresel boyutta aynaya baktığımızda ne görüyoruz? Hayallerimizin, hedeflerimizin gerçekleş(e)meyişinin en büyük nedeni, yanlış zamanda, yanlış insanlarla yol almak olabilir mi?
O çocukluk hayallerimiz, o büyük hedeflerimiz, içimizde hâlâ ışıldayan o kıvılcım neden soldu ve “keşke”lerin arasında kayboldu?
Hiç düşündünüz mü?
Belki de cevabını hep dışarıda aradık: “Şansım yaver gitmedi”, “Doğru insanları tanımadım”, ya da “Zamanı değil!” demedik mi? Adeta bir “yarım kalmış hayaller mezarlığı” bekçisi gibi sorumluluğu dışarıya yükleme kolaylığını neden seçtik?
Ukde dediğimiz içimizde ışık saçan bir yara, uhde ise omuzlarımızdaki yükler: işimiz, aşımız dediğimiz görevler... İşte, yanlış zaman ve yanlış insan, tam da bu ikilinin çarpıştığı yerde doğar:
Mesela o ukdeyi kim büyüttü? Mükemmeliyetçilik fikriyle “doğru zaman değil” diyerek bekleten biz değil miyiz?
Veya, o uhdeyi kim sırtladı? “Ama söz verdim” diye o yükü taşıyan yine biz değil miyiz, hep başkalarını taklit ederek hakiki arzumuzu kaybetmiyor muyuz?
Bu nedenle ukdeler doğup gizlenir olmakta, uhdeler ise onun taklidini sürdüren günlük görevlerde açığa çıkmakta, unutmayın...
Tarihi, kültürel, sosyoekonomik bilgi birikimine rağmen çağdaşlık ve insanlık yolunda hedeflerimize ket vuran sadece dıştakiler midir, yoksa aynada gördüğümüz yüzün ardında saklı olabilir mi?
Farkında olmalısınız; hayatta hedeflerimizin önüne çoğu zaman “yanlış ilişkiler” dikilir. Fikirler çalınır, güven kırılır, hayallerimiz suya düşer. Buna Psikolojide “sosyal etki” hali diyorlar ve bazı insanlar motivasyonumuzu bozuyor, korkular aşılıyorlar.
Mesela, bir arkadaşın "O iş sana göre değil" demesiyle dahi hayallerimiz küçülür ve "yeterince büyük düşünmedim” der, çıkarız.
Oysa sormak ve düşünmek gerekir: Bu insanları (ki genellikle tanıdık çevredendirler) hayatımıza sokan ve onlara tahammül eden, kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli hayallerimizi feda eden hatta bekleyerek kendimizi sabote eden de biz değil miyiz?
Ya da şöyle söyleyelim, o hayallerimizin katili çoğu zaman dışarıdaki bir düşman değil, içimizdeki korku ve inançsızlıktır. Tıpkı, Jean-Paul Sartre’nin² tanımladığı "kötü niyet" gibi: "Kendi özgürlüğümüzün ve seçimlerimizin ağır sorumluluğundan kaçmak için 'kader' veya 'yanlış insanlar' gibi bahanelerin arkasına sığındığımız..."
Toplumsal düzeyde ise liderler, ittifaklar ve kolektif yanlışlar bir ulusun hayallerini altüst edebilir ve sosyo-ekonomik eşitsizlikte boğulabiliriz ki, liyakatsizlik ve kayırmacılık sistemi tıkayan en büyük nedendir. Mesela liyakatsiz bir yöneticiyle boşa harcanan ulusal kaynaklar veya “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek sorumluluktan kaçan tembelliğimiz, ya da sırf “bizden” diye liyakatsizliği görmezden geldiğimiz ahlaki........