Kriz, Suçlular ve Düşmansız Kalan İktidarların Korkusu

Türkiye’de bugün içinden geçtiği ekonomik türbülans, uzun yıllar boyunca rasyonaliteden kopuk biçimde uygulanan politikaların kaçınılmaz bir hasadıdır. Ancak bu topraklarda kadim bir kural işler: Hatalar kolektif bir süreçle yapılır, fakat sorumluluk hiçbir zaman iktidar makamına uğramaz. Krizle mücadele için sahneye çıkarılan Mehmet Şimşek ve Cevdet Yılmaz’ın her açıklaması ise gerçeği düzeltmekten çok, acı reçeteyi retorik oyunlarıyla tatlandırma törenine dönüşmektedir. Süslü sunumlar ve parlatılmış projeksiyonlar eşliğinde servis edilen her “iyileşme” müjdesi, aslında derinleşen yapısal çöküşün makyajlanmış bir ilanıdır.

Yirmi yılı aşkın süredir sadık bir seçmen kitlesini konsolide etmek üzerine inşa edilen “yandaş ekonomi modeli”nin bıraktığı tahribat, tek bir dosya kapağı kapatılarak ya da birkaç teknokratik hamleyle toparlanacak cinsten değildir. Ekonomiyi bu çıkmaza sürükleyen siyasi iradenin, bugün aynı halka “kurtarıcı” olarak sunulması ise modern siyaset tarihinin en ironik sahnelerinden biridir. Peki, bu krizin gerçek sorumlusu kimdir? Resmî söylem bu soruya hiç şaşmadan cevap verir: “İktidar hariç herkes”.

Bugünün siyasi ikliminde hükümet, adeta bir “suç transfer merkezi” gibi çalışmaktadır. Akaryakıt zamlanır, suçlu küresel konjonktür olur. Gıda fiyatları kontrolden çıkar, suçlu “stokçular ve fırsatçılar” ilan edilir. Enflasyon halkın mutfağını yakarken, fatura kâğıt üzerinde kalan tek haneli hayallere ve tutmayan Orta Vadeli Program hedeflerine kesilir. İktidarın olduğu yerde sorumluluk sürekli el değiştirir; havada dolaşır, ama asla asıl sahibinin kapısına inmez.

Son dönemde sığınılan “anayasa reformu”, “etki ajanlığı” gibi suni gündem başlıkları da bu tabloyu gizleme çabasının ürünüdür. Bu başlıklar ekonomik yangını söndürmek için değil, dumanı dağıtmak için kurgulanmıştır. Çünkü faturayı ödemek değil, manzarayı değiştirmek siyaseten her zaman daha konforludur.

Bu tabloda muhalefetin üstlendiği rol ise giderek trajik bir dekor işlevine indirgenmektedir. Kendi özgün gündemini kuramayan, iktidarın attığı paslara refleks vermekle yetinen ve sürekli iç iktidar savaşlarıyla yıpranan bir yapı… 2023 seçimlerinden miras kalan toplumsal yılgınlık, muhalefetin inandırıcılık krizini daha da derinleştirmiştir. Muhalefet, iktidarın karşısında gerçek bir alternatif olmaktan çok, onun yarattığı gürültü içinde kaybolan zayıf bir yankıya dönüşmüştür.

Seçmenler ise bu kaosun ortasında kendi iç kalelerine çekilmiş durumdadır. İnsan toplulukları, gerçeğin çıplak ve soğuk yüzüyle yüzleşmek yerine, onları geçici olarak uyuşturan müsekkinleri tercih eder. Sorgulamak huzur bozduğu için; televizyonlardaki öfkeli yorumcuların hamaseti ya da sosyal medyada dolaşan içi boş umut cümleleri, toplumun üzerine serilen sahte bir battaniye işlevi görür. Çoğu zaman talep edilen şey radikal bir çözüm değil, sadece “huzursuz olmama hakkı”dır.

Dış dünyaya bakıldığında ise Türkiye artık........

© Tigris Haber