Çocukken yaşadığımız apartmanda tarçın kokusu aldım mı anlardım ki aşûre zamanıdır. Buram buram tarçına, yemiş kokuları da karışır etrafımızı o şekerli hava sarardı.
Üçü Erzincanlı ikisi Sivaslı beş Alevi aile, sırayla her gün aşûre kaynatır bütün apartman sakinlerini ağırlardı. Masaya önce biz çocukları oturtur ılık aşûre kaselerini önümüze koyarlardı. Siz çocuksunuz geçin şurada yiyin, gibi bir muamele görmezdik. Sonra biz sokağa oynamaya çıktığımızda büyükler masadaki yerlerimizi alırdı.
Uzun masa, tarçınla taçlanmış bir kap aşûre…
Pandemiden bu yana aşûre yememiştim. Bu yıl bekledim belki bir masaya davet edilirim, belki kapıma bir kap aşûre getirilir diye. Nafile…
Sonra X platformunda bir münasebetsizin “Alevi komşunun getirdiği aşûreyi yalandan alıp çöpe dökeceğimiz günlerdeyiz” yazdığını gördüm.
Hem de ben bir çocuk gibi kimse bana aşûre vermedi diye içime içime ağlarken. Edepsizlikten, küstahlıktan yücelmek, sermaye toplamak da herhalde bir toplumun geri kalmışlığının arması…
Ben aşûresizliğe çok ağlayınca verdiler.
Önce Burçak aşûre pişirdi.
Sonra Zehra Işık, adL’nin bahçesinde kazan kazan aşûre kaynattı. İki yüz kişi masaların başına geçtik afiyetle ılık aşurelerimizi yedik.
Pazar günü de Cihangir Parkı’ndaki aşûre davetine katıldım. Pürtelaş Hasan Efendi Mahallesi Muhtarı Fehime Esen, Cihangir Mahallesi Muhtarı Adnan Bal, Kılıçalipaşa Mahallesi Muhtarı Halil Kalafat, pandemide ara verdikleri Aşûre buluşmalarını üç yıldır aksatmadan........