İnsan için öykücü beyin denilmesinin oldukça haklı yönleri var. Diğer canlılardan ayrılan özelliğiyle kendisini korumaya aldığı kadar dili, düşünceyi ve hayatı geliştirip güzelleştirmeyi başarır böylece o. Çokça severiz hem bir öykümüzün olmasını hem de anlatılmasını. Hafızayla yürür hikaye. Açılır, renklenir. Zamanla anlaşılır ki bedenin de hafızası vardır, sadece zihnin değil. Bana göre sadece her canlının değil her varlığın hafızası vardır fakat bunu çözüm anlayacak varlıklarası iletişim kurulamamıştır henüz. İnsanın mucizesi dili yaratarak diğerlerine bunu yansıtmayı başarmasıdır. Ne zaman öyküden söz açılsa iş gide gide bir türlü sırrı çözülemeyen o büyük olgusallığa varır. Dil yaratılır ama çözülemez. İzahı yapılamaz. Diller doğar ölür fakat dil yaratma potansiyeli hep açık kalır. Dil, insanın bitmeyen çocukluğu gibi gelir bana. O sebepten hikayede tükenmez.
Sadece insanın kendi yakın çevresinde kurulan hikayeler, diller değil en uzak yerdekiler de merak uyandırır. İlk kez nasıl ve hangi koşullarda, bir dili bilen kişi başka dili öğrenerek aynı dili konuştuğu insanlara nasıl tercümanlık yaptı merak ederim. Tercümanlık yapan kişi sadece anlamı aktarmaz hikayelere de kapı aralar. Tarih denilen olgunun başta hikayeden doğması, kutsal metinlerin ona maya çalıp göz kırpması sebepsiz değildir. Hikaye hep ilgi görür hikayesi olan daha da ilgi görür. Biyografi, geçmiş,........