Mesele inanmak değil, anlamayı istemek! |
Diğer
16 Aralık 2025
Yine epey eski bir yazı… Vesilesi ise Ceylanpınar.
Yaşar Kemal’in destansı röportaj dizisindeki Ceylanpınar değil; benim yıllardır yazdığım, hatırlattığım küçücük yaştaki süt sağma işçilerinin kasadan dereye düşürülüp yok edildiği sözde “devlet” üretme çiftliği Ceylanpınar değil…
Bir zamanlar “Çözüm Süreci” denen, bugünkü adıyla “Terörsüz Türkiye”nin bir provasını sonlandıran “iki polisin yataklarında öldürülmesi”nin Ceylanpınar’ı. O gün “süreç” bitti, bitirildi. Peşin yargıyla “terör bitirmişti süreci” ama sorular hep asılı kaldı. Hele hele o süreçte, hem iktidarın öfkesini, hem de zaman zaman PKK’nın tepkisini çekerek, Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla, partisinin oyları artınca, AKP ilk kez tek başına iktidar imkanını ilk kez kaybedince. Buna Ankara Garı ve Suruç katliamları eklendi. Süreç bitti, “silahlar, bombalar çekildi”, seçim yenilendi. Sonra da başkanlık geldi!
Şu sıra, o iki polisin öldürülmesiyle ilgili, eski bir şüphe yeni bir veçheye büründü: “Oraya gitmedim” demiş olan bir polisin o evde izleri varmış meğerse… Sahi iki polisi kim(ler) ne için öldürdü? Ankara Garı ve Suruç katliamları, onca insanın katledilmesi nasıl oldu? Ondan sonra yüzlerce genç insanın ölüm yolu nasıl açıldı?
Ve bu “süreç”te neyin nasıl olacağının veya olmayacağının garantisi ne, bu karanlıklar ülkesinde. “Barış”a ve hakikate, umut verebilecek süreçlere hep bir savaş açan vardır çünkü. Burada da başka yerlerde de. İşte bir örneği de, yüzbinlerce kişinin Filistin ve Gazze için, dünyanın her köşesindeki insanlarla birlikte vicdanıyla yürüdüğü Avustralya’daki “Yahudi katliamı.” Saldırgana kimsenin yapamayacağı kadar cesaretle müdahale eden “kahraman” da Müslüman olsa bile!
Aşağıdaki yazıyı 9 yıl önce, “darbe girişimi”nin ardından gelen onca yazıdan biri olarak, tam da doğum günümde yazmışım. Doğum gününde ölüme dair yazmak, işte!
Hiç inanmazdınız ama neler oldu!
Bugün “her şeyin mümkün olduğunu” gören bir ülkenin, dün de “çok şeyin mümkün olabileceğini” artık düşünebilmesi umuduyla.
Elbette ne bugün ne dün için peşin hüküm vererek… Elbette daha hüküm bile giymemiş olanları kafadan “Hainler Mezarlığı” adayı ilan etmeden, gözaltında ölümleri çoğaltmadan…Elbette geçmişteki olayları da ancak “Hiç böyle olduğunu düşünmemiştiniz… Öyle olabileceğine ihtimal vermemiştiniz… Söyleyenleri susturdunuz… Asla üzerine gidilmedi” hisleriyle anıp iktidarların ve 12 Eylül’de yüzde 90’dan fazla darbe yanlısı iken bugün yüzde 90’dan fazla darbe karşıtı olduğunu ilan etmiş milletin de huzuruna getirerek! Bugün itibariyle epeyce yılı geride bırakmış ve büyük kısmında hiç olmazsa bu soruları sormuş, bunlara dair çokça yazmış ömrümün de hatıralarıyla.
15 Temmuz’da çok şey gördük, çok insanımız öldü, çok şaşırdık, çok büyük travma geçirdik, çok şey anladığımızı düşündük, çok şey anlamadık, anlamaya çalışıyoruz.
Darbe girişiminin “FETÖcü” denen yapısı kadar; Köprü’de, Çengelköy’de, Gölbaşı’nda, Marmaris’te, Meclis’te, Ankara-İstanbul semalarında gördüğümüz “bir kısım TSK mensubu”ydu. Sabahtan itibaren........