Acının dili – tin ve beden
Diğer
23 Aralık 2025
Bedenle kurduğumuz ilişki çoğu zaman sahiplik, tinle kurduğumuz ilişki ise ihmal. Oysa beden dünyaya açılan kapıysa, tin dünyayı hissetme biçimimiz. Maddi cazibeye değil de, dünyanın bize verdiği duyguya değer vermek; dünyayı tüketilecek bir nesne değil, karşılık veren bir varlık olarak görmek olurdu. Belki de etik dediğimiz şey tam burada başlar. Bedenle tin karşıt değil; biri diğerinin yankı odası. Bedene kulak vermeden tin sağır kalıyor, tin olmadan beden sadece gürültü üretiyor. Asıl mesele hangisine “önem verdiğimiz” değil, ikisinin birbirini duyup duymadığı.
Doğanın bir parçası olduğumuzu bilmek başka, bunu yaşamak başka. Sorgulamayı unuttuğumuz anda doğa “içinde olduğumuz” bir şey olmaktan çıkıp “karşımızda duran” bir şeye dönüşüyor. Ve tam orada tinsellik geri çekiliyor. Tinselliğin yitimi aslında sezgiyle algılama yetisinin körelmesi anlamına da geliyor. Dünya olgular toplamına indirgenince, her şey ölçülebilir, sınıflanabilir, kullanılabilir oluyor. Ama hissedilebilir olmaktan çıkıyor. Oysa sezgi, dünyayı açıklamaz; dünyaya yaklaştırır. Açıklama mesafe koyar, sezgi temas kurar.
Belki de modern insanın trajedisi bu değil mi? Dünyayı çok iyi anlıyor ama neredeyse hiç duymumsamıyor. Verilerle çevrili ama anlamdan yoksun. Tin geri çekilince beden yalnız kalıyor; yalnız kalan beden de dünyayı tüketerek doldurmaya çalışıyor.
Doğanın parçası olma bilincini yitirmek, özünde kendimizi süreklilik içinde görmeyi öğrenememektir. Ağaçtan, topraktan, hayvandan, rüzgârdan kopuk bir “ben” icat edince; ölüm de, yokluk da, hiçlik de korkunçlaşıyor. Oysa sezgisel algıda bunlar düşman değil, dönüşüm halleri. Tin, doğanın insanda kendini hissetme biçimidir aslında. Bu yüzden tinsellik geri kazanılacak bir “şey” değil; hatırlanacak bir haldir. İyi de bu nasıl bir süreci yardıma çağırabilir? Bireysel olarak bunun farkında olmak mı Yoksa kolektif bir kırılmayı mı gerektirir?
Kolektif bilinç çoğu zaman romantize ediliyor ama farkındalıksız bireylerin oluşturduğu şey bilinç değil, eşzamanlılık olur; kalabalık olur, akış olur, hatta hareket olur ama derinlik olmaz. Kendilik nosyonu gelişmeden kolektif eğilimler ancak taklit üretir, anlam değil. “Kendilik” burada ego değil; sınırlarının farkında olan ama bu sınırları mutlak sanmayan bir bilinç hali. Kendi iç sesini duymayan biri, kolektifin sesini de gerçekten duyamaz – sadece gürültüye uyum sağlar. Bu yüzden bireysel farkındalık, kolektif bilincin önkoşulu gibi duruyor. Kolektif bilinç, bireylerin toplamı değil;........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein
Beth Kuhel