Atatürk Kürtlere özerklik vaat etmiş miydi?

Diğer

26 Nisan 2024

Türkiye’de son yıllarda git gide daha da yaygınlaşan şöyle bir kanı var: Türkiye’nin kurucu kadroları Kürtlere özerklik vadetti ve fakat kısa süre içinde bundan vazgeçti.

Bu kanı büyük ölçüde hatalı, küçük ölçüde doğru.

Söz konusu söylemin büyük ölçüde hatalı olduğunu ortaya koymadan önce bu söylemin ne zaman ve nasıl tedavüle girdiğini hatırlamak gerekiyor.

Söylemi özellikle öne çıktığı bağlam “2000’e Doğru Dergisi”nin 1987 yılında çıkan bir sayısıyla gündeme gelen bir haber. Doğru Perinçek’in lideri olduğu Sosyalist Partisi’nin AYM önündeki kapatma davasında da tartışılan bu haberde karşılık bulan sava göre Atatürk’ün İzmit Toplantısı’ndaki demeçleri Türk Tarih Kurumu tarafından sansüre uğramıştı. 2000’e Doğru Dergisi ise gerçek belgeleri bulmuş ve yayımlamıştı.

Parti’nin savunmasında da geçen haberle ilgili bilgileri aynen aktarıyorum:

"Eksiksiz denen metindeki eksik İzmit toplantısının tutanakları, ‘tam metin’ iddiasıyla ilk kez 6 yıl sonra gün ışığına çıkacaktı. İzmit Kasrı görüşmesine katılan gazeteci milletvekili Mahmut Bey (Soydan) 1929 yılının kasım ve aralık aylarıyla, 1930 yılının ocak ayı boyunca 70 gün süren bir dizi halinde tutanakları Milliyet gazetesinde yayımlanmıştı. Bir zamanlar İsmet Paşa’nın kabinesinde bakanlık yapan İsmail Arar ise 1969 yılında Atatürk’ün İzmit konuşmasını kitap hâline getirdi. Toplantıyla ilgili son yayın ise 1982 yılı tarihini taşıyordu ve Arı İnan’a aitti. “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları” başlığını taşıyan kitabın üzerinde ‘Türk Tarih Kurumu’nun adı okunuyordu. Afet İnan'ın kızı Arı İnan, derlediği belgelere yazdığı sunuşta ‘Gazi Mustafa Kemal’in geziye çıkarken beraberinde götürdüğü üç zabıt katibince yazılmış’ tutanakları ‘noksansız’ yayınladığını söylüyordu. Metinlerin asılları Anıt Kabir Arşivi’ndeydi. Türk Tarih Kurumu Arşivi’nde ise tutanakların fotokopileri vardı. 2000’e Doğru toplumdan ve araştırmacılardan gizlenen belgelere ulaştığı zaman, Arı İnan'ın ‘noksansız’ dediği metnin eksik olduğunu saptıyordu. Atatürk'ün açıklamalarından ‘Kürt Meselesi’ başlıklı bölüm yanında, Batı Trakya Türkleri ile ilgili olanlar da çıkartılmıştı."

Atatürk’ün, bu tartışmaya konu olan 16/17 Ocak 1923 tarihli İzmit basın toplantısında gazeteci Ahmet Emin Bey ile olan diyalogu şöyledir:

Ahmet Emin Bey: Kürt meselesine temas buyurmuştunuz, Kürtlük meselesi nedir? Dahili bir mesele olarak temas buyurursanız çok iyi olur.

Gazi [Mustafa Kemal] Paşa: Kürt meselesi; bizim, yani Türklerin menfaatine olarak da katiyen söz konusu olamaz. Çünkü malumuâliniz bizim milli sınırımız dahilinde mevcut Kürt unsurlar o surette yerleşmiştir ki, pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir. Fakat yoğunluklarını kaybede ede ve Türk unsurlarının içine gire gire öyle bir sınır hasıl olmuştur ki, Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek lazımdır. Faraza, Erzurum'a kadar giden, Erzincan'a, Sivas'a kadar giden, Harput'a kadar giden bir sınır aramak lazımdır. Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de nazarı dikkatten hariç tutmamak lazım gelir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait mesele çıkarmaları daima varittir. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi hem Kürtlerin ve hem de Türklerin salahiyet sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki, bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olamaz.”

Pek çokları bu ifadeye ve 1921 Anayasası’nın hemen 1’nci maddesindeki “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” (“Egemenlik kayıtsız ve koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın yazgısını kendi kedine ve eylemli olarak yönetmesi temeline dayanır) hükmüne atıfla bunun bir Kürt özyönetimine, hatta eyalet esaslı bir devlet biçimine kapı araladığını ifade eder.

Ne var ki bu söylem, gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Hüküm belli bir etnik gruba dönük değil, genel olarak yerel özerkliği ifade ediyor. Yerel özerkliğin ne anlama geldiğini geçtiğimiz haftaki bir yazımda anlatmıştım. Burada da bunun çok ötesinde bir gönderme yok. Üstelik çerçevesi diğer maddelerle de çizilmiş durumda: Bugünkü belediyeler gibi tüzel kişilik tanınan illere (vilâyetlere) bırakılan yetkiler (md. 11) “eğitim, sağlık, ekonomi, ziraat, bayındırlık, vakıflar ve sosyal yardım işleriyle sınırlı. İlçelere (kazâlar) ise tüzel kişilik dahi tanınmamış durumda. İlginç olan, nâhiye denen birkaç köy ve bir kasabadan oluşan yapılara fazla yetki tanınmasıdır. Tüzel kişiliğe sahip nahiyelere “yargısal, ekonomik ve mali” yetkiler (md. 20) tanınmış bulunuyor. Bence hayli sıra dışı olan hüküm bu… Fakat bu özerkliğin dahi merkezin idari vesayetine tabi olduğunu md. 23’ten anlıyoruz.

"[Günümüz Türkçesiyle:] Genel müfettişlik, bölgelerinin tüm güvenliğinin sağlanması ve tüm resmî kurumların uygulamalarının teftişi, genel müfettişlik bölgesindeki vilayetlerin ortak işlerinde uyumun sağlanması, genel müfettişleirn görevidir. Genel müfettişler, Devlet’in genel görevleriyle, yerel yönetimlere ait görevleri ve alınan kararları sürekli olarak kontrol ederler."

Bir daha vurgulayalım: Söz konusu ifadelerden eyalet vb. bir yönetim biçimi çıkmaz. Zaten bu türden savları, 1921 Anayasası’nı hazırlayan Anayasa Komisyonu’nun Sözcüsü İsmail Suphi Soysallı’nın açıklamaları da yanlışlar.

Şöyle ki; Soysallı, kendilerine sunulan Halkçılık Programı’ndan hareketle hazırladıkları Anayasa taslağını takdim ederken bu konuya açıklık getirmiştir:

“Halk kendisi seçme usulünü, faydasını, zararını bilfiil tecrübe eder ve pratik tecrübeler her dersin üstünde bir kıymete sahiptir. Binaenaleyh efendiler, komisyonunuz vilayet meclisleri tarafında bir yürütme kurulu seçilmesini ve o yürütme kurulunun başkanın bilfiil valilik görevini yürütmesini uygun bulmuştur. Ancak şu da var k, vilayetler kendi başına bir devlet değildir. Amerika Hükümeti (mütehaddimesi) gibi değildir. Her vilayetin sahip olduğu özerklik mahalli işlere özeldir. Bu işler ki, yalnız o vilayeti ilgilendirir, o işler o vilayetin işleridir. Binaenaleyh jandarma gibi genel asayiş ile ilgili olan, demiryolları inşası gibi birden fazla vilayeti ilgilendiren, vergiler gibi yine devletin genel yapısını ilgilendiren, askerlik gibi yine devletin asıl kuruluşlarının işi olan önemli işler merkeze alınmıştır. Bunlar, merkezden gönderilen vali tarafından yönetilir. Meclis........

© T24