Diğer
15 Nisan 2024
Guadalquivir Nehri ezelden beri akar durur. Endülüs onun kıvrımlarında çoğalır. Sıcak, kurak Endülüsün nabzıdır Guadalquivir. Sofia Jimenez, Manuel Camacho’dan iki yıl sonra doğmuştu Kordoba Şehri’nde, nehrin kıyısında. İkisinin doğumunu da aynı ebe yaptırmıştı. Aynı okula gittiler, evleri yanyanaydı. On dört yaşında birlikte evden kaçtılar. Bu kaçış çok kısa sürdü. Daha Kordoba’dan çıkmadan Sofia’nın babası gördü onları kentin otobüs terminalinde. İkisi de sıkı bir dayak yediler. On altısında seviştiler. On sekizlerinde Manuel’in gitarı, Sofia’nın kastanyet ve defiyle salaş Endülüs barlarında sahne almaya başladılar. İki kişilik gruplarının adı, Fandango Cordoba’ydı. Ter, aşk, flamenko ezgileri ve alkol, buğulu gecelerini süslerdi. Delice sevişirlerdi. Zamansız, mekânsızdılar.
Yavaş yavaş ünlenmeye başladılar. Manuel bir gitar virtüözüydü. Başka bir yola sapabilseydi, dünyanın en ünlü gitaristlerinden olabilirdi. Ama o hayata dörtnala yaşamak için gelmişti. Boğa güreşcisi Joselito’nun hayranıydı. Onun için bestelediği flamenko, Endülüs Barlarında çaldığında, insanlar yerlerinden kalkar, o ince sırım gibi bedenin boğayla yaptığı dansa benzer hareketlerle kendilerinden geçerdi. Joselito 25 yaşında Bailador isimli boğayla yaptığı güreşi kaybetmişti. Bailador’un boynuzları femoral arterini delmiş, kan kaybından ölmüştü. Joselito’ya halk tapardı. O ölünce boğa güreşçilerinin koruyucusu, Sevilla bazilikasındaki bakire Meryem heykeline, La Macarena’ya, siyah giysi giydirmişlerdi.
Sofia, esmer bir çingene güzeliydi. O beline kadar gelen güzelim siyah saçlarını gecenin sonunda topuzundan kurtarır, müziğe ve dansına ritm tuttuğu ayakkabılarını fırlatır, sahnede çıplak ayaklarıyla başka bir boyuta geçerdi. Alttan alan biri değildi Sofia. Sakin değildi, masum değildi, huzur peşinde hiç değildi. Gözleri her zaman çakmak çakmaktı. Her an patlamaya hazırdı. Bir erkekten daha kavgacıydı. Jartiyerinin kenarında bıçak taşırdı ve kullanmaktan çekinmezdi. Manuel’i deli gibi kıskanır ama iş kendine geldiğinde yakışıklı gençleri baştan çıkartmaktan geri durmazdı.
Manuelse bir dervişti, müzik için yaşardı. Sofia’ya aşıktı, onun küçük maceralarına kulak asmazdı. Sofia’nın kendinden vazgeçmeyeceğini bilirdi. Parmakları sihirliydi sanki. O parmakların gitarla sevişmesini izleyen nice kadın ona abayı yakmış ama Sofia’nın deli bakışlarından korkup yanaşamamışlardı Manuel’e. Tâ ki her şeyin başlangıcı o geceye kadar. Ben onları o geceden önce bir kere sahnede izlemiştim. Sonraki hikayeleri zaten Endülüs’ü aştı, bütün İspanya’ya yayıldı.
Sahneye önce Manuel çıkardı. İki flamenko parçası çalar, insanları havaya sokarken, Sofia bembeyaz elbisesi içinde bir peri gibi süzülürdü. Diğer flamenko dansçıları gibi kırmızı giymezdi. Her zaman beyaz, derin yırtmaçlı ham ipekten bir elbise. Önce ayaklarına takılırdınız, bacaklarını dizlerinden kırıp öne, arkaya ritmik hareketlerle ilerlemesi, tak diye topuğunu yere vurup aniden dönmesi. Hızlı, telaşlı bir biçimde Manuel’e doğru dans ederek yürüyüp masadaki vazodan bir kırmızı gül alıp saçına iliştirmesi. İzleyenler artık büyülenmiştir. Derken kastanyetler çıkar. Sonrası bir kadınla bir erkeğin sahnede konuşmaları, sevişmeleri, meşketmeleridir. Yorulmaz mı bunlar der insan, yorulmazlar. Kırbaç gibidir ikisinin de bedenleri.
O geceye gelindiğinde bayağı bir isimleri duyulmuştu Endülüs’te. Cordoba’nın eski Yahudi Mahallesi Judeira’daki ünlü barda sahneye çıkacaklardı. Avrupa sosyetesinden bir grup sahnenin hemen yanındaki büyük masayı ayırtmıştı. Zenginliğin, tazeliğin, gamsızlığın, biz bu dünyanın efendisiyiz diyenlerin gecesiydi. Bir gece önce Costa Esmeralda’da buluşmuş, ertesi gün özel bir jetle Cordoba’ya gelmişlerdi. Bir sonraki gün de İbiza’daki çılgın partiye koşturacaklardı.
Sofia her zamanki gibi gergindi, Manuelse durgun. Performans öncesi sevişmeleri ruhsuz olmuştu. Sofia’nın ateşli öpücüklerine tatsız tuzsuz karşılık vermişti Manuel. Sofia kendini Manuel’e sırnaşıyormuş gibi hissetmişti. Manuel’in gönlüne başka biri mi girmişti acaba? Sahneye bu sefer beraber çıktılar. Bir passadoble eşliğinde dans ettiler. Böyle doğaçlamaları severlerdi. Sofia’nın kastanyetleri, tıkır tıkır boynunun etrafında dönerken daha o ilk anda fark etmişti,........