Hukukun gözünde “kesinlikle geçersiz duruşma”ların insanlarımıza yaşattığı çileler -VI

Diğer

21 Ağustos 2024

Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, Atatürk’ün üç büyük kültür devriminden birincisi, Türk insanına öğrenmekte ve yazmakta büyük kolaylık sağlayan, zaman kazandıran, yapısalcılık sonrasının ve yapı sökümcülüğün kurucusu büyük Fransız düşünürü Jacques Derrida’yı (1930-2004) bile şaşırtan harf devrimi; ikincisi, İsviçre’den alınan ve çağcıl topluma dönüşümü sağlayacak olan Türk Yurttaşlar (Medeni) Yasası; üçüncüsü ise “Her insan, yabancı dilleri ezberler, ezber ise beyni çürütür; buna karşılık ‘insan sadece ana dilinde düşünür ve yaratıcı olur’” felsefesinden yola çıkan ve kültür devrimine temel olan dil devrimidir.

Ancak elbette bu son ilkeden yola çıkan ana dilini özleştirme yanlısı tertemiz niyetli aydınlar ve TDK, duruşma terimini gündeme getirdikleri sırada, duruşma aşamasının canlı bir diyalektik ve çekişme olmaktan çıkarak ve uygulamada yozlaşarak “karşılıklı durma” olayına ve tutumuna dönüşeceğini kestiremezlerdi.

Bu yüzden duruşmanın karşılıklı durma olayına dönüşmesiyle ilgili bu belirleme, elbette özleştirme yanlılarına değil, hukukçulara yönelik ağır ve üzücü bir eleştiridir.

Evet, bütün bunlar gözetildiğinde bizce duruşma terimi yerine, daha önce de değinildiği üzere, “tartışma” (débat, dibattimento, debate) teriminin yeğlenmesi, belki daha yerinde olurdu.

Aslında bunun başka nedenleri de vardı.

Birincisi, değil mi ki, Türk hukuku, şeriat, İslam hukukundan Batı hukukuna geçiyordu, öyleyse bu yeni hukukun terimlerini özümsemek ve uygulamaya yansıtmak zorundaydı. Nitekim Japonlar, on dokuzuncu yüzyılın sonlarından bu yana Batı kavramlarını hukuk öğretisine ve uygulamasına yerleştirmeye çalışmışlar ve bunda da çok başarılı olmuşlardır. Eğer “tartışma” sözcüğü hukuk kavramı olarak alınsaydı ve hukuk terimcemize girseydi, elbette uygulama daha başka ve başarılı olabilirdi. Zira Batı hukukuyla bütünleşmenin en önemli yollarından biri kuşkusuz hukuk terimlerinin Batıdaki karşılıklarına uyması ve Batıdaki gibi uygulanmasıdır.

İkinci neden, “tartışma(k),” Türkçe’nin en güzel ve en anlamlı sözcüklerinden biridir. Çünkü, hem Batı dillerindeki gibi “dövüşme(k),” “savaşmak” anlamlarını içermemekte, hem de düşünceleri, görüşleri sözlerle açıklayan kimselerin başkalarının karşı düşüncelerini, görüşlerini de karşılıklı olarak tartmaları gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Üçüncü neden, tartışma terimi, yargılamanın temel ilkelerini, özellikle de sözlülük, taraflar ve kanıtlarla doğrudan ilişki kurma, yüz yüze gelme ana ilkelerini çok daha iyi yansıtmaktadır.

Son neden olarak da, tartışma terimi, tıpkı duruşma sözcüğü gibi, bu aşamaya katılanların karşılıklı durmaları anlamını yansıtmayıp, ortaya atılan görüşleri karşılıklı tartma, dolayısıyla bir işteş ve imece eylemini vurguladığından, uygulamayı daha doğru olarak etkileyebilir ve yönlendirebilirdi.

Kısacası, en doğru seçim, “tartışma” terimiydi.

KALDIM Bilişme evresinin duruşma aşaması, yargılamanın tekliğini ve bütünlüğünü, yoğunlaşmasını, soruşturmadan bağımsız ve özerk olmasını, diyalektiğe, çelişmeye (contradiction), iş birliğine (collaboration) dayanmasını sağlayarak dört işlevi birden yerine getirmektedir.

Sözgelimi, bir boşanma davasında “daha önce yaşanmış somut gerçek” konusundaki kuşku, duruşmaya getirilen ve duruşmada iddia ve yargılama makamlarınca bütün yönleriyle cümle âlemin gözleri, işiten kulakları önünde yüksek sesle tartışılan ve beş duyuyla algılanan kanıtların ışığında hep birlikte yenilerek, yargıç(lar) ulaştıkları kanıya göre yargı kuracaklardır. Duruşmaya katılmamış yargıçlar asla yargı kuramayacak, katılan yargıçlar ise, asla değiştirilemeyecektir. Buna karşılık bir yargıç değişikliği söz konusu olursa, yargıç bir yedek yargıç (örneğin CYY, m. 188, 217, 227), eğer duruşmada bulunan yargıçlardan biri katılamıyorsa, asla görüşmeye başlanamayacaktır. (Hukuk Muhakemesi Yasası, m. 2) Çünkü duruşmaya katılmış olan bir yargıç, kurulacak yargıya daha sonraları katılamayacak durumda ise, bütün çağcıl hukukta olduğu gibi, duruşma A’dan Z’ye yeniden yapılmak gerekir. Bu durumu önleyecek olan kurum ise, elbette yedek yargıçlık kurumudur.

Araştırdığımız ve anladığımız kadarıyla, üzülerek belirtelim ki, ne suç yargılama hukukunda ne de medeni yargılama hukukunda Batı’da ve Batı hukukunu benimsemiş hiçbir ülke biliminde ve uygulamasında ülkemizdeki gibi algılanan ve gelişen bir “duruşma” anlayışı ve uygulaması asla yoktur ve söz konusu da değildir.

Demek, kısaca duruşma kavramını yanlış algılayan Türk hukuk uygulaması, günümüzde yargılamanın en önemli aşaması olan duruşma kavramını, anlamsız bir “karşılıklı durma”ya dönüştürmüş durumdadır. Bu yüzden de duruşma ilkeleri sürekli çiğnenmiş, dahası “eski tutanaklar okundu” gibi “yargılama dolanları ve saptırmaları”yla (détournement de procédure) bu yetersizlikler, kaba........

© T24