Adalet, mülkün değil, toplum düzeninin temelidir-I

Diğer

05 Eylül 2025

1 Eylül 2025 tarihinde yargılama yılı (adli yıl) başladı.

Kutlu olsun.

Ancak aynı ezber, yinelendi: “Adalet, mülkün temelidir.

Çünkü Türk eğitim ve öğrenim sistemi, insanımıza “bildiklerinden kuşkulan, araştırmadan asla yargıda bunma!” buyruğunu, daha doğrusu ilkesini, kısaca öleli aradan 2.424 yıl geçmesine karşın Sokrates bilincini oldum olası asla kazandıramamıştır; yirmi birinci yüzyılda bile kazandıramamaktadır.

Bunu birçok yazımda ya da olumsuz örnekleriyle ve ayrıntılarıyla dile getirmişimdir (sözgelimi, Doğru Hukuka, Doğru Yargılamaya Dönelim, Ankara, 3.baskı, 2023, s. 387-418).

Öte yandan “güçlerin, iktidarların, daha doğru anlatımla erklerin ayrılığı ilkesi,” günümüzde de elbette demokrasinin temelidir. Bu yüzden hemen hemen her demokratik anayasada özenle düzenlenmiştir.

Saint-Just’ün “Zorbalar, saltanatlarını sürdürmek için halkı bölüyorlar. Sizler özgürlüğün saltanatını sürdürmek istiyorsanız, iktidarı bölünüz” demesinin, 1789 İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirisinin, erkler ayrılığına yer vermeyen anayasaların anayasa sayılamayacaklarına ilişkin vurgulamasından (m. 16) bu yana 236 yıl geçmiştir.

Ayrıca Montesquieu’nün ayrıntılarıyla dile getirdiği erkler ayrılığı ilkesinin nedenleri ve sonuçları da bellidir: Görev, yetki açısından üç erk (iktidar), yani yasama, yürütme, yargılama, -evet, yine dikkat isterim, lütfen hukuk dilini doğru kullanalım, yargı değil, yargılama- birbirinden ayrıdır, bağımsızdır. Bu bir.

Aralarında altlık üstlük söz konusu olmayan bu iktidarlar, kişiler açısından birbirlerini dışlayamazlar. Bu da iki.

Bu arada hukuksal yargılarda bulunan hukukçuların sık sık yineledikleri ve mahkemelerde yargıçların arkasındaki duvarı süsleyen bir özdeyiş daha vardır: “Adalet, mülkün temelidir.”

Bu sözün Arapça aslı “El-‘adl-ü esâsü’l-mülk”tür. Türkçede “mülk” sözcüğü, genellikle taşınmaz (gayrimenkul) anlamında kullanılır. Ancak devlet düzeninde Arapça “mülk”, hükümdar ya da devletin egemen olduğu ülke, egemenlik ve saltanat alanı anlamlarına gelmektedir.

Bilindiği üzere, “mülk,” aslında Kur’an’a göre, Allah’ındır. Elbette Allah, mülkünden istediği kadarını kuluna verir (Ali İmran, 26).

Osmanlıda ise, bütün “mülk,” günümüzde otuzun üzerinde devletin kurulduğu sadece toprak değil, bir bakıma toplum ve düzenidir de. Bu yüzden Osmanlı ozanlarından Bâkî (Mahmud Abdülbâkî, 1526 - 1600), bir kasidesinde şöyle demiştir: “Sütûr-ı nâmesinden mülk ü millet sebzesi hurrem Sütûn-ı hâmesin­den din ü devlet haymesi ber-pâ” (O hükümdarın) fermanından yurt ve ulus bahçesi sulanmaktadır; kaleminin sütunu ile din ve devlet çadırı ayaktadır).

Oysa şimdi bu düzen, artık uygar ülkelerde doğrudan doğruya toplumundur, halkındır. Bütün bunlara karşın bu küresel özdeyiş, bizim ülkemizde, günümüzde bile Arapçadaki “el adl-ü essasül mülk” sözünün sözcük sözcük çağ dışı, bilinç dışı bir çevirisi olarak duruşma salonlarında yargıçlarımızın arkasında yer almaktadır.

Nitekim aynı özdeyiş, hemen hemen bütün dünyada ve başlıca dillerde de vardır. Hem de daha doğru ve tutarlı sözcüklerle. Sözgelimi, Latince’de “Justitia est fundamentum regnorum,” Fransızcada “La justice est le fondement de l’ordre,” İngilizcede “Juctice is the fundation of order,” İtalyancada “La giustizia è il fondamento dell’ordine,” İspanyolcada “La justicia es la base del or­den,” Portekizcede “A justiça é a base da ordem” olarak geçmektedir.

Dolayısıyla doğru çeviri bellidir ve şudur: “ADALET, TOPLUM DÜZENİNİN TEMELİDİR.

Çünkü toplum yaşamında insanı öbür canlılardan ayıran, insanı insan kılan en yüce değer ve duygu, William Shakespeare’in “Romeo ve Juliet Trajedisi”nde geçen anlatımla insan sevgisi; en kutsal değer ve duruş ise, adalettir. Zira adalet, bireyin erdemi, toplumun ülküsüdür. Kedi, cılız, sakat yavrusunu yer; annedir, ancak sevgisi yetersizdir, çünkü anne kedide adalet bilinci yoktur. Aslan, avını tıka basa doyuncaya dek yer, ancak yalnızca geri kalanı başka hayvanlara bırakır; güçlüdür, ama aslan, adil değildir.

Kısaca hukukun iki özü vardır: Adalet ve adalet bilinciyle insanlar arası barışı sağlamak. Çünkü “Barış ile adalet sürekli buluşurlar.” (Radbruch).

Ayrıca sık sık değinildiği üzere, hukuk, insana özgü davranışları, insanlar arası ilişkileri düzenler. Bunları, yasalar başta olmak üzere kurallara bağlar. Bu düzenleme ve kurallar, insanın insan olarak doğarken sahip olduğu, çoğu kez eksik de olsa anayasalarda sadece dökümü yapılan haklara ve özgürlüklere asla aykırı olamaz. Zira çoğu insanın daha doğarken sahip olduğu bu hak ve özgürlükler, uygarlıkla birlikte değişir, gelişir.

Ve bunlar, anayasalarla asla sınırlı değildir. Olamaz da.

Her hak ve özgürlük ise, her insana kullanacağı bir erk, güç, iktidar tanır ve hukuk içinde gücünü sağlamlaştırır. Dolayısıyla hukuk, rastgele bir kurallar yığını değil; kendi içinde tutarlı bir düzen, bir “hukuksal gövde”dir (corpus juris). Bu gövdeyi MÖ Platon, tanrısal ve adil olanın yansıması diye tanımlamış; insan iktidarını tutkuyla açıklayan Aristoteles ise, hukuku akıl ile özdeşleştirmiş, “hukuka uyma ruhu,” bilinci üzerinde durmuş, bunların en küçük ihlal........

© T24