Üniversite mezarlığı
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
01 Eylül 2024
Son günlerde sosyal medyada ODTÜ'nün uluslararası bazı metriklere göre sıralamasının yıllar içindeki değişimine dair iki sene öncesine ait bir video tekrar gündem olmuş durumda. Eğer sosyal medyada az çok zaman geçiren biriyseniz videonun tamamını izlemeseniz bile muhtemelen karşınıza çıkmıştır, öyle ki bu yazının kaleme alındığı gün olan 29 Ağustos gününde gitmiş olduğum bankadaki çalışanların bu videonun içeriğinde yer alan argüman hakkındaki muhabbetlerine kulak misafiri oldum ve o muhabbet, benim bu haftaki yazımın da aslında konusunu belirledi.
Latince bağımsız ve ortak çıkarları olan kişilerden oluşan bir topluluğu ifade eden "universitas" kelimesinden türemiş olan "üniversite"nin kavramsal çerçevesi bugün bile tartışma konusu. Dolayısıyla, tarihteki ilk üniversite sorusunun cevabı da bu kavramsal çerçevelerin kapsamlarına göre değişiklik gösteriyor. Ancak en genel kabul, üniversitelerin kurumsal temelinin, M.Ö. 4. yüzyılda Platon'un Atina'daki bir zeytinlik olan Akademia'da kurduğu ve adını da bu zeytinlikten esinlenerek koyduğu Platon Akademisi'ne dayandığı yönünde. Öte yandan, "modern" üniversite kavramının, yani sadece sistematik bir eğitim öğretim kurumu olmanın ötesinde kamuya, insanlığa ve yaşama katkı sunan bir yapının ilk temsilcisinin, 1088 yılında kurulan Bologna Üniversitesi olduğu yaygın bir görüştür. Bologna'yı takiben, 1150'de Fransa'da Paris Üniversitesi ve 1167'de İngiltere'de Oxford Üniversitesi kurulmuştur. Bu üç üniversite, finansman modellerine göre farklı kategorilere ayrılmaktadır. Bologna Üniversitesi, öğrenci loncası tarafından kurulmuş ve öğretmenlerin maaşları öğrenciler tarafından ödenmiştir. Paris Üniversitesi ise öğretmen loncası niteliğinde olup, öğretmen maaşları kilise tarafından karşılanmıştır. Oxford Üniversitesi'nde ise maaşlar devlet tarafından ödenmiştir.
Türkiye'deki ilk üniversite ise Cumhuriyet öncesi Osmanlı döneminde kurulan ve ilk olarak 13 Ocak 1863'te Kimyager Derviş Paşa'nın açılış konuşmasıyla eğitim hayatına başlayan Darülfünun olarak kabul ediliyor. İlk olarak sadece erkeklerin yüksek eğitim alabildiği bu kuruma ek olarak, 1914'te kadınların da yüksek eğitim alabilmeleri için İnas Darülfünunu kurulmuş olsa da bu yapının ne kadar üniversite kavramıyla uyuştuğu şüphesiz soru işareti.
Cumhuriyet sonrası bir süre devam ettirilse de, zaten Darülfünun kurumu modern çağın gereksinimlerinin gerisinde kaldığı ve bunlara ayak uyduramadığı için, 1933'teki üniversite reformu ile yerini Cumhuriyet'in ilk "modern" üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi'ne bıraktı. İstanbul Üniversitesi'ni sırasıyla, kökleri Osmanlı dönemine dayanan İstanbul Teknik Üniversitesi (1944) ve Ankara Üniversitesi (1946), ardından Karadeniz Teknik Üniversitesi (1955), Ege Üniversitesi (1955), Atatürk Üniversitesi (1957) ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi (1959) takip etti.
1960'ta 7 üniversitesi olan Türkiye, 2024 yılı itibarıyla 208 üniversiteye sahip, devasa bir üniversite mezarlığını andırıyor. Üniversite mezarlığı tabirinin ağır bir tabir olduğunun farkındayım, ancak fikirlerimi en iyi yansıtan tabirin bu olduğunu düşünüyorum. Peki neden?
1933 yılındaki üniversite devrimi sonrasında, 240 Darülfünun üyesinin 157'si görevden alındı ve bu boşluklar, Nazi Almanya'sından kaçan Alman, Macar ve Avusturyalı profesörlerle dolduruldu. Bu profesörlerin katkılarıyla, üniversitelerde öğretim programları yenilendi, ders kitaplarının sayısı ve kalitesi arttı, kütüphaneler önemli ölçüde geliştirildi. Ayrıca, bu bilim insanları modern öğretim yöntemlerinin yerleşmesi ve seminerler gibi pratik çalışmaların etkin bir şekilde uygulanmasında da kritik bir rol oynadılar. Elbette bu seferberlik sonucu iyi anlamda verdi ve nicelik olarak az olsa da nitelik olarak yetkin üniversitelere sahip olmamıza neden oldu. Bu üniversiteler bilgili, sorgulayıcı, analiz yeteneği kazanmış yeni kuşaklar yetiştiriyordu.
Fakat bu devinim ne yazık ki kalıcı bir hale dönüşmedi. Özellikle 1980'de üniversitelerin depolitizasyonu için kurulan ve o döneme kadar kendi içlerinde bağımsız olan üniversiteleri tek bir çatı altında toplayan YÖK'ün kurulmasıyla başka bir eğitim modeline geçiş yapıldı. Bu değişim olumsuz anlamda kimi sonuçlar doğursa da Türkiye yine önde gelen ve parmakla gösterilir üniversitelere sahip olmaya devam etti.
2002 yılında Türkiye, 40 ilde 53 devlet üniversitesine sahipti. 2006-2008 yılları arasında, dönemin iktidarı tarafından yürütülen "her ile bir üniversite" sloganıyla 41 ile 41 üniversite daha kuruldu. 2 yıl içinde 41 üniversite, dile kolay. Ancak bu da yeterli olmadı. 2010-2015 yılları arasında, üniversiteye sahip Balıkesir, Erzurum, Adana gibi bazı illere yeni üniversiteler yapıldı. Aynı dönemde, Ankara'ya iki, İstanbul'a dört yeni üniversite kuruldu. 2018 yılında ise İstanbul Üniversitesi'nin de aralarında olduğu 14 üniversite ikiye bölünerek yeni üniversiteler kuruldu. Devlet tarafından kurulan bu üniversitelere ek olarak, yıllar içinde sayıları giderek artan, hatta........
© T24
visit website