Babacan: Cumhurbaşkanı, en yakın arkadaşım Mehmet Bey’i getirdi ekonominin başına; şu an yaptığı ‘Erdoğan harcasın’ diye sağdan soldan para bulmak

Diğer

26 Temmuz 2024

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan son birkaç ayda dört değişik ülkede konferanslara katıldı, hem konuştu hem konuşulanları dinledi. Rusya, Çin, Yunanistan ve Finlandiya’ya gitti. Dünya siyasetinin yeniden şekillendiği, yeni ortaklıkların kurulduğu ya da bozulduğu yılların köklü kurumlarının geleceklerinin tartışıldığı günler. Dünya ile ilgili soru - yanıt kısmında yaptığı temasların ardından söylediği ana not; bir süredir endişe ile konuşulan bir konu oldu. Onun kelimeleriyle “Dünyadaki tablo giderek Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı öncesi tabloya benziyor.” Ardından da ekliyor: “İleriye doğru dikkat edilmesi gereken bir konu olarak bizim içinde bulunduğumuz coğrafyada ciddi bir ateş çemberi oluşabilir. Buna Türkiye’nin hazır olması lazım. Bunu yaparken de ilişkileri hızla toparlamamız lazım. Pek çok ülkeyle olan ilişkileri gereksiz yere germiştik, hiçbir ülkeyle bizim aramızın bozuk olmaması lazım.”

Ekonomi konusuna gelince. Şu an Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın başındaki Mehmet Şimşek için ‘en yakın arkadaşım’ tanımını kullanıyor. Ama ardından ekliyor:

“Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın görevi borç para bulmak ve Külliye’nin eline teslim etmek. Ya da vergi toplayıp Külliye’nin eline teslim etmek. Freni olmayan bir sistemden bahsediyoruz. Onun için bütçe açığı artıyor, onun için fren tutmuyor. Ve bu yapılan vergi artışları da piyasanın gerçekleriyle uyumlu artışlar değil.”

Türkiye’nin ekonomik anlamda önündeki en büyük riskin “Erdoğan’ın bir gün uygulanan bugünkü politikadan vazgeçtim demesi olduğunu” düşünüyor. Uygulanan politikanın sosyal ayağının eksik olduğunu bunun sürdürülmesinin güç olduğunu belirtiyor. Bir de bir süredir dile getirilen ‘büyük koalisyon’ tartışmaları içinse ‘ben olmam ayrıldığımdan yana ne değişti ki’ diye yanıt veriyor.

- Sayın Babacan güncel sorulara geçmeden Haziran ayında katıldığınız bir toplantıdan başlamak istiyorum. Rusya’da St. Petesburg Uluslararası Ekonomi Forumu’na gittiniz. Hatta sizi doğrudan Putin’in arayıp davet ettiği bile söylendi. Nasıl bir toplantıydı, neler konuşuldu, siz ne anla

Hemen bir düzeltme yapayım. Putin’in doğrudan arayıp davet etmesi söz konusu değil. St. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu 1990’lardan bu yana her sene yapılıyor. Ben de 2010’da gitmiştim en son. Putin’in bir danışmanı aynı zamanda organizasyon komitesi başkanı yaptı daveti. Aynı zamanda Moskova’nın yerel bölgesel yönetiminin dış ekonomik ilişkilerden sorumlu bir bölümü var. Bir davet de ayrıca oradan geldi bana iki yerden davet yapıldı. Biraz da ısrarlı geldi ve iki ayrı oturumda orada konuşma yaptım. Ruslar çok ilgilendi, havaalanında karşıladılar, tekrar havaalanına bıraktılar. Gitmeden önce Moskova’da büyükelçilik yapmış birkaç arkadaşımızı aradım. Mevcut büyükelçimizle konuştum. Bir de bu Rusya Ukrayna arasındaki bir dönem tampon bölge vardı savaştan önce. Orada bir silahsız AGİT görev gücü vardı. O AGİT görev gücünün başında da arka arkaya iki dönem bizim diplomatımız vardı. Onlarla ayrı ayrı görüştüm. Hem durumu öğrenmek hem de böyle bir programa savaş var gidip gitmemem nasıl olur diye. Bütün o istişarelerde arkadaşlarımız iyi olacağını söyledi, konuştuğum herkes faydalı olacağını söyledi ve o şekilde karar verdim. İki konuda konuşma yapmamı istediler. Bunlardan bir tanesi uluslararası bu bölgesel iş birliği yapıları BRICS gibi ve bunların diğer uluslararası kuruluşlarla ilişkisi ve bu işin yarınları gibi bir gündem idi. Rusların da önem verdiği bir konu. Zaten BRICS’e çok önem veriyorlar. Birincisi oydu. Diğer oturum da turizm idi. Çünkü Rusya şu anda özellikle kısıtlamalar altında, ambargolar altında, yaptırımlar altında. Döviz gelir ihtiyacı var. Petrolü var ama yeterince satıp yeterince döviz alamıyor. Bir de 380 milyar dolarlık yurtdışı varlıklarına da el konmuş dondurulmuş durumda biliyorsunuz. Dolayısıyla turizmi önemli bir sektör olarak görüyorlar ve bunu bu şartlarda nasıl geliştirebiliriz bunun arayışındalar. Akşamları da farklı farklı gruplarda özel görüşmeler yaptık onların talepleri üzerine. Genel durum, dünyadaki ekonomik durum, Rusya’daki ekonomik durum, savaş, bu iş nereye doğru gider, nasıl olur, ne yapılabilir yani bunların da derin analizini yaptık. Özel sohbetlerimizde bana söyledikleri şu oldu, biz sizi Ukrayna taraftarı, Rus taraftarı böyle bir şey olarak görmüyoruz. Davetimizin sebebi de bu objektifliğinize güveniyoruz ve meselelere adalet çerçevesinde hakkaniyet çerçevesinde yaklaştığınızı da biliyoruz. Onun için özellikle davet ettik. Gelmenizden de çok mutlu olduk dediler. Hatta dün de uzun iki sayfalık bir teşekkür mektubu geldi yine Putin’in danışmanından katıldığım için destek verdiğim için teşekkür mektubu. Oranın asıl özeti bu ama ondan önce Atina’daydım, Çin’deydim daha sonra en son Finlandiya’daydım. Bunların hep ayrı ayrı toplantı var. Hepsinin niteliği farklı, konu farklı. Son 2 ayda 4 ülkede dört ayrı konferans.

- Siz Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilk baş müzakerecisi oldunuz. Rusya’dan Çin’e bu ziyaretlerinizi şu anlamda da biraz anlamaya çalışıyorum. Avrupa’da birlik içinde karışıklıklar var, ABD seçimleri sonrasına dair riskler konuşuluyor. Siz davet edildiğiniz bu yerlerde nasıl bir izlenim ya da Türkiye açısından nasıl bir fırsat ya da risk gördünüz.

İsterseniz diğerleri hakkında da kısa kısa bilgi vereyim. Çünkü o resmî tamamlaması açısından önemli. Atina’daki toplantı bir düşünce kuruluşunun düzenlediği bir toplantıydı. Bunu kuran ve başındaki kişi eski parlamenter bakan. Hatta bizim o ilk hatırlarsanız Aralık 2004’te Brüksel zirvesinde 17 Aralık’ta Türkiye için evet kararı çıktığında bir kutlama olmuştu. Avrupa tarafında da çok heyecan vardı tam o dönemde komiserlik yapmıştı ve o günden bugüne bizim dostluğumuz devam ediyor. Zaten bir gün önce de ailece bir yemek yedik ondan sonra ertesi gün de ev sahipliği yaptı. Orada tek konuşmacı bendim. Konu Türkiye Yunanistan ilişkileri, Balkanlar ama tabii ki bunun hemen dışında Rusya Ukrayna savaşı ve Gazze’deki durumlarla ilgili çok sayıda soru geldi katılımcılardan. Hatta Yunanistan başbakanının Türkiye ziyaretinden tam bir hafta sonra ben Atina’daydım. Miçotakis Türkiye’ye geldi, ondan 1 hafta sonraydı. Miçotakis’in ablası da Dora Bakoyanni şu anda parlamentoda Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı. Daha önce Dışişleri Bakanı’ydı, Atina Belediye Başkanı’ydı. Geleceğimi duyunca o da “Bir yemek yiyelim” dedi, ısrar etti. Tam da parlamentonun açık olduğu bir gündü ama güzel bir yerde bizi ağırladı, Dora’yla da uzun bir sohbet ettik. Şu andaki başbakanın ablası o ama araları pek iyi değil yani. Abla kardeş ilişkileri iyi ama siyasetten çok iyi değiller. Oradaki ana mesajımı söyleyeyim. Onlara dediğim şu oldu, “Bizim Ege’de ve Doğu Akdeniz’de çok ciddi sorunlarımız var. Bu sorunlar çok eski sorunlar. Teknik olarak karmaşık sorunlar ve çözümü de zor sorunlar. Bunun farkındayız ama şu anda yapmamız gereken bu sorunları bir şekilde bir yerde tutmak. Bu konularda birbirimizin ayağına fazla basmamak, birbirimizin canını yakmamak ama olumlu gündem ve pozitif gündemle de yolumuza devam etmek.” “Ben şuna inanıyorum” dedim toplantıda; “Yani bu olumlu ilişkiler ve karşılıklı fayda ve kazan kazan ilişkisi öyle bir noktaya gelecek ki, ama belki en erken m 10- 15 sene sonra dönüp baktığımızda o kenara koyduğumuz sorunları ilişkilerin büyüklüğü yanında daha küçük göreceğiz ve o noktada çözmek de kolaylaşacak. Yani böyle bir perspektifle gidersek buradan güzel sonuçlar olur.” Bir önceki genel kurmay başkanları da oradaydı. “Bizim egemenlik haklarımız falan” diye başladı. Dinledim dinledim “Valla” dedim; “Sizin dedim bir egemenlik kitabınız var. Bizim de bir egemenlik kitabımız var. Bu kitaplar farklı farklı şeyler söylüyor Ege’yle ilgili Doğu Akdeniz’le ilgili. Bu kitabı sizin başbakanınız size verse biz de kendi genelkurmay başkanımıza versek, hadi çözün şu sorunu desek ne yaparsınız genel kurmay başkanları olarak? Sizin kullanmayı bildiğiniz bir tek araç var, onu kullanırsınız. Çözüm olur mu bilmem?” dedim. Onun için evet farklı düşünüyoruz ama bunu kenara park etmeyi bilmeliyiz ve yürümeliyiz, ki bunu yapıyor Türkiye. Birbirimizin ayağına basmayalım kararı verdiğimiz zaman basmıyoruz. Ama bazen her iki ülkede de iç politika konusu yapılıyor maalesef ilişkiler. İç politikada sıkışan taraf Yunanistan düşmanlığı ya da karşı taraf Türkiye düşmanlığı üzerinden içeride prim yapmaya çalışıyor. Bazen bu eş zamanlı da olabiliyor. Klasik yani. Bunu şunun için anlatıyorum, yani bir an önce bizim komşularla yakın çevremizi bir güvenlik çemberi haline getirmemiz lazım. Çünkü bütün bu dış programlarından benim çok sık duyduğum bir ifade; dünyadaki tablo gittikçe birinci dünya savaşı öncesi veya ikinci dünya savaşı öncesi tabloya çok benziyor. Dinamikler böyle. Dolayısıyla dikkatli olmak lazım ve henüz bu gelişmeler daha ileri safhalara geçmeden erken tedbirler almak lazım. Çünkü en son dünya savaşında 50 milyon insan öldü. Bu basit bir şey değil. Bunu Suriye için de düşünebilirsiniz başka komşuluk ilişkileri açısından yani bir an önce bizim yakın çevremizi güvenlik çemberi içerisine almamız lazım.

- Burada belki Çin’e biraz yakından bakmak gerekiyor. Rusya ile yakınlaşan ABD ile gerilen ilişki. Siz oradaki toplantıda nasıl bir izlenim edindiniz?

Çin programı biraz daha farklı idi. Tsinghua Üniversitesi var, Çin’in en iyi üniversitesi. Onların düşünce kuruluşuyla iki günlük konferans düzenlediler. Orada da küresel finansal mimarinin yeniden tasarlanması, - tabii bu kibar ismi- , konuşuldu. Aslında detayına indiğimizde dolara bağımlılıktan nasıl kurtuluruz; özü bu. Orada da sık sık kullanılan ifade ‘Amerika artık doları silah olarak kullanıyor. Dolayısıyla bizim bir an önce bundan kurtulmamız lazım. Bunun için ne yapılabilir?’ bunun arayışı vardı. Burada kapanış konuşması yapmamı istediler ve kapanış konuşmasında da hem iki günlük konferansın bir toparlaması ne öğrendik ve ne yapmalıyız ileriye doğru. Amerika’nın özellikle son 10 yılda para birimi üzerinden başka ülkelere yaptırım uygulaması ağırlaştı. Hatta şöyle bir sözleri var sık tekrar ediyorlar, “Dolar bizim paramız sizin sorununuz.” Biz kendi işimize bakarız gibi bir tutum ki bu son 10 yılda biraz böyle olmaya başladı. Eskiden böyle değildi. Yani bu kadar sert uygulanmıyordu. Bu konuda Rusya’da da Çin’de de çok büyük bir rahatsızlık var. BRICS’i artık baya bir önemli bir güç birliği olarak görüyorlar, ki bence yanılıyorlar. Her iki tarafta da ben bunu söyledim. Dedim ki “Siz bu BRICS’e çok önem veriyorsunuz, anlıyorum ama başka yapılara rakip, onların yerine geçecek bir husumet ilişkisi şeklinde düşünürseniz bunun kazananı olmaz.” Ama BRICS’i gelişmekte olan büyük ekonomilerin bir araya gelip ortak çıkarlarını koruma, ortak çıkarları konusunda bir kaldıraç olarak kullanma yolu olarak düşünürseniz ve bunları diğer uluslararası yapıların tamamlayan unsurlar olarak görürseniz bu faydalı olur. Yani neticede şunu tavsiye ettim, “Mutlaka Amerika’yla aranızda düzenli resmî diyalog kanalları olması lazım.” Üç konuda. Bir, jeopolitik meseleler. İki, teknoloji. Üç, ekonomi. Jeopolitik meseleleri konuşmuyorlar. Sadece düşmanlık büyüyor karşılıklı. Öbürü diyor ki “Tayvan’ı koruyacağım.” Öbürü diyor ki “Parasını versin koruyun” falan. Şimdi kime karşı koruyacak? Çin’e karşı ama konuşulmuyor. Kissinger’da öldü artık gidip gelecek kimse de yok. Eskiden onun şahsi bir çabası vardı. Teknoloji önemli çünkü bu yapay zekâ artıları kadar ciddi riskleri olan bir alan. Bunun regüle edilmesi gerekiyor ve regülasyonun küresel yapılması gerekiyor. Hiçbir ülkenin tek başına bu regülasyonu yapacak gücü yok. Çünkü Çin regüle ettim dediğinde başka yerde her şey olabiliyor ya da Amerika regüle ediyorum dediğinde Çin’den Çin kaynaklı riskler olabiliyor. Oturup konuşup insanlık için nasıl bunun nimetlerinden faydalanırken tehlikelerinden risklerinden de korunalım bunun çalışılması gerekiyor. Ekonomide de yine kanalların işlemesi gerekiyor. Çünkü Amerikan Merkez Bankası’nın tek taraflı aldığı kararlar tamamen Amerika’nın iç enflasyonuna göre olduğundan başka ülkelerde bir sürü yan etkiler oluşturuyor. En son geçen sene Kopenhag’daki orada Hillary Clinton’ın da katıldığı toplantıda da söyledim. Amerikan Merkez Bankası’nın G20 ülkeleriyle düzenli toplantı yapması lazım. Bir araya gelmek de şart değil, zoom’dan G20 merkez bankaları başkanlarını toplasınlar, konuşsunlar, onları dinlesinler ondan sonra karar versinler. Çünkü dolar faizi sadece Amerika’nın iç enflasyonu meselesi değil. Dünyanın her yerini ilgilendiren bir konu. Bunlar sadece bizi ilgilendirir diyor bizim paramız diyor biz kararımızı alırız diyor ama bu dışarıdaki husumeti artırıyor. Bu Amerika için de faydalı bir şey değil ve insanlar alternatif aramaya başlıyor.

- Dünyadaki gerginlikler büyüyor uzun yıllardır faaliyette olan uluslararası kuruluşların birliklerin yapısı şekli değişiyor. NATO bunlardan biri. Özellikle ABD’de Trump kazanırsa çok büyük değişimlere gebe gözüküyor.

St. Petersburg’dan bir hafta sonra Helsinki’deydim, çok enteresan iki ayrı dünya. Finlandiya yeni NATO’ya girmiş, Rusya korkusu var, sınırı anında kapatmışlar. Helsinki’den iki saat sonra Rus sınırı ve kapalı. Bir zamanlar St. Petersburg Helsinki arasında yatlar- feribotlar gidiyor geliyordu, şimdi yok. Orada çok yoğun bir Avrupa katılımı vardı ki o da 2002’den bu yana yapılıyor toplantı. 150 kişi vardı sadece beş siyasetçiydik. Bir de mevcut cumhurbaşkanları geldi. Finlandiya’nın eski başbakanı vardı. İsveç’in eski başbakanı vardı. Onun haricinde iş dünyası, akademi, Nobel ödüllü iktisatçılar vardı. Oradaki konu da Avrupa geri kalıyor, teknolojide geri kalıyor ve savunmasız hele hele Trump gelirse NATO şemsiyesi de gevşeyecek. Trump’ın NATO’dan çekilme gibi bir fikri de var. Amerika NATO’dan çekilsin Avrupalılar ne yaparsa yapsın gibi bir fikri de var. Şimdi yapar yapamaz ayrı ama öngörülemez birisi ya da der ki “Parasını ödeyenleri ben korurum, parasını ödeyemeyenleri korumam ya da savunma giderini artır bakalım yüzde 2’ye; yoksa korumuyorum kardeşim seni” diyebilir pat diye. Buna “Sen ne yapıyorsun?” diyecek bir mekanizma da yok. Dolayısıyla Avrupalılar da harıl harıl kendi başlarının çaresine nasıl bakacaklar onu tartışıyorlar kendi içlerinde. Kendi güvenliklerini ve teknolojide çok geride olmaları özellikle Amerika’ya göre düşündükleri- tartıştıkları. Çin aldı başını gidiyor ve bu geride kalmışlığın üstünden nasıl gelecekler? Nüfus olarak gerideyiz, nüfus büyümüyor diye düşünüyorlar ve kendi içlerinde ciddi şekilde ‘göç şart, göç almalıyız’ bunları tartışıyorlar. Dolayısıyla bütün katıldığım farklı ülkelerdeki toplantılarda ortaya çıkan tabloya bakınca ortak noktalar bulunuyor. Bir; ABD- Çin rekabeti, bu rekabetin artık husumete doğru hızla gitmesi, evriliyor olması bana göre bir 5- 10 yıl ileriye doğru en ciddi sorun. Çünkü Rusya’nın o rekabette yeri yok. Yani Rusya’nın elinde nükleer silah var. Üzerime gelmeyin patlarım diyor. Ama Çin’le ABD arasındaki rekabet başka bir şey. Gerçekten ekonomide ve teknolojide Amerika’nın geride kalma endişesi büyük ve bunu da bir milli güvenlik meselesi olarak kabul ediyorlar. Yani Çin’in gerisinde kalmayı bir milli güvenlik meselesi olarak kabul ediyorlar. İleriye doğru dikkat edilmesi gereken bir konu olarak da bizim içinde bulunduğumuz coğrafyada ciddi bir ateş çemberi oluşabilir. Buna Türkiye’nin hazır olması lazım. Bunu yaparken de ilişkileri hızla toparlamamız lazım. Pek çok ülkeyle olan ilişkileri gereksiz yere germiştik, hiçbir ülkeyle bizim aramızın bozuk olmaması lazım. Onun için Erdoğan’ın son dönemdeki ilişkileri düzeltme çabaları olumlu. Olumlu ama bu tabii gelgitler olunca, U dönüş olunca, zikzaklar olunca karşı tarafta güven oluşturmuyor. Bugün böyle diyor yarın değişir diyor. Bugün işine geliyor düzeltiyor yarın belki iç siyasette düşman gerekecek diyor gene bozacak diyor. Garantisi ne diyor? Dışarıdan bakanlar böyle değerlendiriyor. Yani iç siyasette bazen düşman gerekiyor. Düşmanı içeride bulursa buluyor bulamazsa dışarıda bir düşman buluyor. Bu düşmanlık üzerinden içeride halk desteği toplamaya çalışıyor. Bunu da herkes biliyor. Yani bu düzeltme çabası samimi mi, kalıcı mı bu konuda insanlar hiç emin değil. Onun için ben CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ziyaret edip ‘hayırlı olsun’a gittiğimde özellikle vurguladım; “Beşar Esad’la görüşmeniz çok faydalı olur” diye. Yani bu ilişkileri düzeltme çabasının sadece hükümetin belki de geçici olan bir çabası olmadığının görülmesi. Zikzaklardan biri olmadığının, ana muhalefet partisinin de buna destek verdiğinin, bunun Türkiye- Suriye arasındaki uzun vadeli ilişkilerin bir gereği olduğunun ve bu mesajın sadece hükümetten değil muhalefetten de duyulmasının çok faydalı olacağını kendisine ifade ettim. Çünkü o konuda da sanırım biraz tartışma var, kendi içlerinde anladığım kadarıyla…

- Erdoğan’ın yarattığı bu duruma müdahil olmanın sorumluluğu paylaşma anlamına geleceği tartışmasından bahsediyorsunuz.

Bunların günahına niye ortak oluyoruz gibi galiba içeride bir şey var ama bana göre doğrusu ana muhalefet partisinin bu konuda diyalogdan yana ve Suriye’deki sorunu bir an önce çözmesinden yana tutum alması Türkiye için faydalı.

- Peki Türkiye nerede bütün bu tabloda?

Türkiye şu andaki Hazine ve Maliye Bakanı’nın ifadesiyle rasyonaliteye geri dönmek zorunda. Bu sadece para politikasıyla ve maliye politikasıyla olmuyor. Yapısal reformlarda da rasyonaliteye dönmesi gerekiyor. Sosyal politikalarda da farklı şeyler yapması gerekiyor. Dış politikada rasyonaliteye dönmesi gerekiyor. Hukukta adalette en önemlisi gerçek hukuk devletinin gerekliliğine dönmesi gerekiyor. Aksi halde bizi daha kötü günler bekler. Yani bakmayın böyle faizi artırdık tamam vergileri de saldık tamam kemeri sıktık ekonomi düzelecek. Ekonomi düzelince de herkes işine gücüne bakacak. Böyle bir şey yok. Ekonominin düzelmesi sadece birkaç makro göstergenin düzelmesi değil ki. Gerçek ekonomi düzelmesi geniş kitlelere yayılmış bir zenginlik, üç- beş kişinin zenginleşmesi değil. Topyekûn zenginleşmek. İş dünyasının vize diye bir sorununun olmaması yani Avrupa’ya tır tır mal gönderiyor, kendi gidemiyor. Vize alamıyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mısın? Sen demek ki halin vaktin bugün iyi yarın belki bozulur. Gidersin Avrupa’da bulaşık yıkamaya razı olabilirsin. Onun için “Dur bakalım” diyor vize çok ciddi sorun şu anda.

- Biraz evvel kullandığınız kelime üzerinden bir soru sormak istiyorum: Rasyonalite. Rasyonaliteye dönüş bu iktidar yapısıyla, bu ittifakla mümkün mü?

Şimdi şu andaki ittifak yapısının en önemli özelliği mevcut hukuksuzluktan, mevcut kuralsızlıktan ve ekonomideki bu şeffaf olmayan yönetimden istifade eden çok geniş kesimlerden oluşması ve bu istifade eden kesimlerin devlet yapısına nüfuz etmiş olması. Şimdi hadi Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulayalım hadi bundan sonra gerçekten yargı adil kararlar alsın. Bunu oluşturacak reformlar yapalım. Mevcut iktidarın bunlar işine gelmez ki. Yani ekonomide şeffaflığın olmamasından faydalanan ciddi bir kesim oluştu. Ciddi bir nemalanma var burada. Yani bu değişim ancak demokratik baskılarla, vatandaşın artık sabrının taşmasıyla belki zorlayarak bir şeyler olursa olur. Fakat işte seçim sonucunu gördük. Seçim sonuçlarında AK Parti ilk defa ikinci parti durumuna düştü. Bir de üstüne normalleşme, yumuşama falan deyince herkes; tamam galiba bu sefer akılları başlarına gelecek, galiba bu sefer makule dönecekler, galiba bu sefer kuruluş ayarlarına dönecekler gibi bir böyle iyimser bir rüzgar esti. Biz kendi iç değerlendirmelerimizde ben arkadaşlarımıza hep söylüyordum. Gerçi dışarıda çıkıp da böyle bir iklim var şu anda yani bu iklim aleyhine şeyler konuşmamız doğru değil ama bu iklimin rüzgarına kapılıp bir şeyler yapmak da doğru değil. Dedim ki arkadaşlara Erdoğan’ın bir grup konuşmasına bakar. Ertesi gün o grup konuşmasını yaptı. Baya sert açıklamalar yaptı. Dedim bu açıklamalardan sonra muhalefetle ne konuşacak ki? “Hadi sıra bende ben sana geleyim. Sıra şimdi sende sen bana gel” falan bu artık bitti. Şimdi diyalog kanalları önemli. Yani muhalefetle iktidar konuşuyor olabilmeli ama muhalefetle iktidarın iş birliği böyle çok tanımlı, çok dikkatli sürdürülmesi gereken bir süreç olmalı. Böyle heyetler kuralım bakanla gölge bakan buluşsun, ara ara otursunlar konuşsunlar böyle bir şey bir defa söylersiniz. Dersiniz “Arkadaş yanlış yapıldı, doğrusu budur” tamam. Ama “Otursunlar, haydi gelin bir şeyler yapalım” demek muhalefet açısından son derece riskli bir durum. İktidarın işine gelir. Bu sıkıntılı dönemde bütün problemleri, sorunları, kendisiyle ilgili olumsuz algıyı biraz yayma imkânı verir ona ama muhalefetin çok işine gelmemesi gerekir. Sanırım Cumhuriyet Halk Partisi de bunu anladı. Oradan gelen açıklamalara da bakıyorum orada da bir geri çekilme var. Dolayısıyla artık işler olması gerektiği mecrada bundan sonra akar diye düşünüyorum. Olması gereken mecra iktidar yapacağını yapar muhalefet de yapması gereken üzerinde yoğunlaşır. Yapması gereken de sadece eleştirmek değil çözüm üretmek muhalefete yakışan bu. Dolayısıyla muhalefetin artık ben iktidar olabilirim mesuliyetini hissedip bu mesuliyetle bir hazırlık içerisine girmesi lazım. Bu geçen sene Altılı Masa’da bizim büyük bir gayretimiz ve teşviğimizle bir ölçüde oluştu. 2300 maddelik ortak bir eylem planı, 84 maddelik anayasa çalışması bir ölçüde oluştu. Ama şu anda Altılı masa diye bir şey yok. Fakat ben bakıyorum muhalefet partilerine o iktidar olma sorumluluğunu ve bunun gereğini hala pek çok partide görmüyorum.

- Bir süredir adına büyük koalisyon denilen bir fikir konuşuluyor. Muhalefet partilerinin de katılacağı büyük oluşum. Hatta sizin ve partinizin de adı geçiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben şunu düşünemiyorum, AK Parti, Sayın Erdoğan aynı işleri yapmaya devam etsin hukuksuzluk, adaletsizlik ülkede devam etsin. Ekonomide sadece iki alanda kemer sıkalım başka bir şey yapmayalım bunlar devam etsin ve ana muhalefetle de muhalefetle de beraber haydi bunları düzeltelim. Ben bunu biraz zor görüyorum. Yani bunun olması için öncelikle iktidarın yanlışlarını kabul etmesi lazım. Mesela demesi lazım ki “Arkadaş 2018’den sonra ben rakamlarla oynadım. TÜİK’in enflasyonu gerçek enflasyon değildi. Her ne kadar son bir yılda bunu bizim yeni arkadaşlar toparlamaya çalışıyor olsa da orada büyük bir hata oldu yapıldı, yalan söyledim” diyemiyorsa da “hata yapıldı, oldu” falan diyebilir. Şimdi bunları düzeltmeleri lazım. Niye yanlışa ortak olunsun ki? Kim gidip de yanlışa ortak olur? Yanlışta ortaklık muhalefet açısından çok kötü bir şeydir. Şimdi bu bizim için şu anlama geliyor. Mesela biz niye ayrıldık ben ya da AK Parti’den gelip de DEVA Partisi’nden siyaset yaptığımız arkadaşlarımız biz niye ayrıldık? Siyaseti eğer sadece güç için sadece iktidar için yapıyor olsaydık orada kalırdık. Şu anda maalesef muhalefette de bunu görüyorum. Yani sadece güç ve iktidar için siyaset yapan bir sürü insan var sağda solda. Biz bunun için siyaset yapıyor olsaydık hiç ayrılmamamız lazımdı. Orada kimi dönem sessizce dururduk, kimi dönem beklerdik, belki sıra bize tekrar gelir falan diye. Ama baktık ki kabul edilebilir değil yapılanlar. Bütün o yanlışların içinde olmaktansa dışarı çıkalım. Zor mu zor bir yola girelim ama en azından akşamları şöyle başımızı yastığı koyduğumuzda rahat uyuyalım. Bu vicdan azabını her gün çekmeyelim dedik. Onun için ayrıldık. Onun için başka bir yol açtık yolumuza devam ediyoruz. Dolayısıyla bu iktidar ortaklığı niye olur? Yanlışlara ortaklık sadece güç için ortaklık olur. Ya ben ortak olayım nemalanayım. Ortak olayım istifade edeyim ama bu şekilde bir ortaklık da itibar getirmiyor. Yani nasıl “Milliyetçi Hareket Partisi’ne ortak olayım, güçten istifade edeyim” bir itibar getirmediyse bundan sonra iktidara ortak olmak isteyeceklere de bir itibar getirmez. Şimdi geçen seneki seçimlerde sayın Erdoğan’ı destekleyenler oldu değil mi? Onlara bakıyoruz çok mutlu değiller yani şu anda itibar durumları pek parlak değil. Çünkü şu anda ne kadar yanlışlık varsa o yanlışlıkların sebepleri ve ortakları kendileri. Bugün nerede durduklarından bağımsız olarak o gün destek verdin kazanmasını sağladın değil mi? Bugün demek ki yanlışlarından sorumlusun. Bugün sen ne dersen de. Çünkü bu iş biraz da kritik dönemlerde ortaya çıkıyor. İnsanlar nerede duruyor? Partiler nerede duruyor? Gerçek duruş kritik zamanlarda ortaya çıkıyor. Yoksa lafla muhalefet kolay. Sıkıştığın zaman sen hemen........

© T24