COP 31 Türkiye’de: Siyasi irade için samimiyet sınavı |
Diğer
25 Kasım 2025
Önümüzdeki yıl düzenlenecek 31. Taraflar Konferansı’nın (COP 31) Türkiye’nin ev sahipliğinde Antalya’da düzenleneceği kesinleşti. 2022’den bu yana ev sahipliği için yarışan Türkiye ile Avustralya arasında varılan uzlaşmaya göre, ‘‘Müzakereler Başkanı’’ görevini Avustralyalı bir temsilci üstlenecek.
COP 31 ev sahipliğinin Türkiye’ye getirdiği sorumluluk ve fırsatları değerlendiren Dr. Nuran Talu ise bu sonucun yalnızca şaşaalı bir uluslararası konferans düzenlemek olarak görülmemesi gerektiğini vurguladı. Talu, Türkiye’nin iklim politikaları bağlamında ‘‘eleştirilere hazırlıklı olmalıyız,’’ uyarısında bulundu.
Siyasi iradenin COP 31’i yalnızca bir etkinlik organizasyon olarak görmediğini göstermesi gerektiğini belirten Talu’ya göre, bunun en güçlü göstergesi, uzun süredir beklenen kömürden çıkış taahhüdünün açıklanması olur. Talu ayrıca, ağırlıklı olarak emisyon ticaretine odaklandığı gerekçesiyle eleştirilen iklim kanununun; iklim değişikliğinin doğaya ve insana etkilerini kapsayacak şekilde revize edilebileceğini ifade etti.
İklim değişikliğinin, hem yol açtığı afetler hem de ekonomik etkileri nedeniyle toplumun tüm kesimlerini doğrudan etkilediğini hatırlatan Talu, Türkiye’nin COP 31 gündeminde iklim değişikliğinin etkilerine uyum çalışmalarını önceliklendirmesi gerektiğini düşünüyor. Bu kapsamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kısa süre önce duyurduğu 500 bin sosyal konutun, iklim dostu olacak şekilde inşa edilebileceğini ve COP 31’de bir ‘‘iyi uygulama’’ örneği olarak sunulabileceğini belirtti.
Talu’nun COP 31 organizasyonuna dair bir diğer önemli uyarısı ise sivil toplumun rolüne dair. Aktivistlerin ve yerli halkların önceki COP’larda haklı taleplerini dile getirdiğini hatırlatan Talu, ‘‘Umarız Antalya’da iklim aktivistlerinin sivil itaatsizlik içeren, şiddete dayanmayan eylemleri kriminalize edilmez,’’ diyerek, iklim mücadelesinin suç olmadığını vurguladı.
Dr. Nuran Talu’nun, Türkiye’nin COP31 ev sahipliğine ilişkin değerlendirmelerini aşağıda paylaşıyoruz:
‘‘Birleşmiş Milletler küresel iklim müzakerelerinin üst karar organı olan Taraf Ülkeler Konferansları (COPlar), 30 yıldır her yıl düzenlenir ve her yıl farklı bir BM üyesi ülke ev sahibi olur. Bu konferanslarda sadece ev sahibi ülkelerin değil, katılımcıların, misafir ülkelerin ve tüm paydaşların çok kapsamlı bir katılım profili vardır.
Esasen COPların çıkış noktası, 1994 yılında onaylanan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin taahhütlerinin, BM üye ülkeleri tarafından yerine getirilmesidir. Yıllar geçti, bugün biz COP masalarında Paris Anlaşması’nın iklim provizyonlarını görüşüyoruz - tabii ki Çerçeve Sözleşmenin temel ilkelerini saklı tutarak.
Ülkemiz de üç senedir Paris Anlaşması’na taraf. Anlaşma, teknik boyutunun yanı sıra, iklim değişikliği ile mücadelede adalet, eşitlik ve hakkaniyet ilkeleri üzerine temellenmiş uluslararası bir akit. Bu da doğal olarak, hangi ülke olursa olsun, siyasi iradenin duruşuna ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye’nin COP 31’e ev sahipliği yapma arzusunu bu açıdan değerlendirmek ve üst iradeye bu aşamada teşekkür etmek lazım.’’
‘‘Bu aşamada dememin nedeni, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele performansını, özellikle önümüzdeki yıl süresince, mercek altına almamız gerekliliği. Bu nedenle COP 31 hazırlık sürecinin, iklim politikalarını uygulama kapasitemizi gözden geçirmemiz için bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
Emisyon azaltımı ya da iklim değişikliğinin etkilerine uyum konusunda yetersiz ülkeler de COP’a ev sahipliği yapabilir. Daha önce Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Mısır’da yapılan COP’larda, zirvenin neden bu gibi fosil yakıt üreticisi ülkelerde yapıldığına dair tartışmaları, protestoları hatırlayalım. Bu tartışmaların varlığı, bir taraftan da ev sahibi ülkelerin uygulamada sınıfta kaldığını gösteriyor.
Ev sahibi olmak demek sadece şaşalı bir uluslararası konferans düzenlemek anlamına gelmez, hatta iklim değişikliği gibi son derece hassas bir alanda hiç gelmez. Türkiye’nin sektörel iklim politikalarını, olumlu, olumsuz uygulamalarını gözden geçirmek durumundayız ve eleştirilere hazırlıklı olmalıyız.
Türkiye uzun yıllardır iklim politikalarını ve karar destek araçlarını sayısız projelerle, yasalarla, kurumsal yenilenmelerle yazıp çiziyorsa, dahası Sayın Cumhurbaşkanımız da en yüksek perdeden karbon emisyonlarında ‘2053’te net sıfır’ hedefini beyan ediyorsa, COP31’e giden yolda doğru uygulamaları artık görmek istiyoruz. Siyasi iradenin iklim mücadelesinde samimi olduğunu anlamamız için COP 31 hazırlık süreci ve COP 31’in kendisi, kaçınılmaz fırsatlardan biri.’’
‘‘Türkiye için şimdi atılacak ilk önemli adım, kömür enerjisinden çıkış için gerçekçi, uygulanabilir ve en önemlisi adil bir hedef vermek olur. COP 31 ev sahipliğini yalnızca bir etkinlik organizasyonu olarak görmediğimizi göstermenin en iyi yolu, kömürden çıkış hedefini Sayın Cumhurbaşkanı’nın ağzından duyurmak olur. Siyasi irade samimiyse, bu taahhüdü verme cesaretini göstermeli ve yasal, kurumsal, finansal araçları bu doğrultuda uygulamaya yansıtmalı. Devlet aklı o zaman iklim akıllı olur ve yeşil dönüşüm söylemleri de aslını bulur.’’
‘‘COP konferansları ev sahibi ülkelere iklim değişikliği ile mücadele uygulamalarında dünya örneklerinden ilham almak için de önemli fırsat sunar. Son tahlilde, yerel ihtiyaçlarımızla birlikte önceliklendirerek küresel bir sorunu ele alıyoruz.
COP31 hazırlık sürecinde, özellikle iklim değişikliğine uyum boyutunu çalışırken, toplum üzerindeki etkilere odaklanmamız gerekiyor. Örneğin Sayın Cumhurbaşkanı kısa süre önce 500 bin sosyal konut inşa edileceğini duyurdu. İnşa sürecine öncelikle 500 bin konutu nasıl iklim dostu yapabileceğimizi tartışarak ve yerleşim alanlarında iklim değişikliği kaynakları risklerin düzeyini tespit ederek başlamak lazım. Belki ilk aşamada bir pilot bölge seçip güneş enerjili, yağmur hasadının yapıldığı binalar inşa etmek söz konusu olabilir. Bu projeler COP 31’de ‘iyi uygulamalarımız’ olarak dünyaya sunulabilir.
Sosyal konut inşasını, iklim adaleti çerçevesinde, hak temelli bir yaklaşımla yapabiliriz. Şayet topyekün düşük karbonlu bir hayat tarzı istiyorsak, iklim değişikliğinin, risklerinin ve giderek artmaya başlayan felaketlerin, sosyal hayatı nasıl etkileyeceğine iyice odaklanmamız gerekiyor. Nitekim Paris Anlaşması da iklim değişikliğinin etkilerine karşı dayanıklılığın adil bir şekilde sağlanmasını garantilemek için toplumlarda savunmasız olanları özellikle dikkate alan bir bütünsel bir sosyo-ekonomik yaklaşımı ortaya koyar.’’
‘‘İklim değişikliği meselesi, esasen toplumun meselesidir. Sokaktaki insanı her yönden etkiliyor: Felaketlerle de etkiliyor, örneğin ve özellikle tarım sektöründe yeterince iklim dostu politikalar uygulamadığımız için çiftçiyi ve vatandaşı ekonomik olarak da etkiliyor.
Mesele, iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle başa gelen afetler yaşandıktan sonra o yöreyi afet bölgesi ilan etmek, afetzedelere maddi yardımda bulunmak, konut yapmak değil. Esasen kısa vadeli, reaktif çözümler, iklim mücadelesinin doğasına da aykırı. İklim değişikliğinin etkilenebilirlik ve risk düzeylerini hesaplayacak bilimsel araştırmalar yapmak ve önlemler almak lazım ki proaktif ve katılımcı uygulamalar olsun.
COP31 gündeminde kısa vadede çalan alarm zillerine odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. Örneğin bu yıl yaşanan zirai don felaketinde........© T24