‘Avrupa’da iklim şüphecilerinin sayısı sınırlı’

Diğer

17 Haziran 2024

6-9 Haziran tarihlerinde AB’ye üye 27 ülkede yapılan seçimlerde aşırı sağ partiler, seçimlerden önce de beklendiği gibi, Almanya ve Fransa gibi ülkelerdeki oy oranlarını ciddi ölçüde artırdılar.

Aşırı sağ Ulusal Birlik’in oyların yüzde 31,5’ini alarak kendi partisini geride bırakmasının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ulusal meclisi feshederek seçime gidileceğini duyurdu. Almanya’da aşırı sağ Almanya için Alternatif Partisi, oylarını yaklaşık beş puan artırarak ikinci parti oldu; koalisyon hükümetindeki partileri geride bıraktı.

Aşırı sağ partilerin kampanyalarındaki önemli konulardan biri iklim değişikliğiydi, bu nedenle seçim sonuçlarının AB iklim politikalarını ne şekilde etkileyeceği merak konusu.

Uzmanlara göre, popülistler ve milliyetçiler, küresel ve soyut bir konu olan iklim değişikliğine şüphe ile yaklaşıyor. Bilim insanlarının araştırmalarına dayanan ve uluslararası düzlemde tartışılan küresel iklim değişikliği, siyasi elitlerin yönlendirdiği bir mesele olarak görülüyor. Aşırı sağ aynı zamanda ‘yaşam tarzına müdahale’ olarak gördüğü tartışmalara tepkili.

Bununla birlikte uzmanlar, aşırı sağın benimsediği pozisyonun bir azınlığın görüşleri olduğuna dikkat çekiyor. Avrupa’da toplumun büyük çoğunluğu iklim değişikliğinin gerçek olduğunu kabul ediyor ve şüpheyle yaklaşanların sayısı oldukça sınırlı. Fikir ayrılıkları; spesifik politikalar, vergiler veya fiyat artışları söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor.

Avrupa’da popülist partileri ve iklim politikalarını çalışan siyaset bilimci Dr. Robert A. Huber, iklim şüphecisi pozisyonlara aktif olarak karşı çıkmak gerektiğini savunuyor. Hemen her politika gibi iklim politikalarının da kazananlar ve kaybedenler yarattığına dikkat çeken Huber, iklim politikaları tasarlanırken ekonomik eşitsizlikler yaratmamanın önemini vurguluyor.

Popülizm ve iklim politikaları üzerine çalışmaları bulunan, Avusturya’nın Salzburg Üniversitesi’nden Dr. Robert A. Huber’ın konuyla ilgili görüşlerini aşağıda paylaşıyoruz:

Aşırı sağ, bundan 10-15 yıl önce de iklim değişikliğine şüpheci yaklaşıyordu ancak bu, onların temel meselelerinden biri değildi. Bu konuda özellikle Stefan Cetkovic ve Christian Hagemann'ın çalışmaları şunu gösteriyor: Bu partiler her ne kadar iklim değişikliğine şüpheci yaklaşsalar da hükümete katılmak veya hükümet politikalarını müzakere etmek için görüşme yaptıklarında, göç ya da kanun ve nizama dair konuları kabul ettirmek onlar için daha önemli oluyor. Ne var ki bu, 2018’den itibaren, özellikle Fridays for Future hareketi ile birlikte bir ölçüde değişti.

Bu dönemde iklim değişikliği birdenbire en önemli konu haline geldi. Bu yalnızca konunun daha dikkat çekici hale gelmesiyle de ilgili değil; aynı zamanda farklı seçmen grupları için de çok daha önemli oldu. Eskiden belki de yalnızca Yeşiller seçmeni için en önemli meseleydi, fakat aşırı sağ seçmenler için katiyen değildi. Konunun öne çıkması, aşırı sağ seçmenin de dikkatini çekmesini sağladı. Ve bence bu, genel olarak siyasi rekabette daha geniş bir değişime işaret ediyor. Bugün Batı yarımkürede, göç ile doğrudan ilgili olmayan kültürel konuların giderek siyasileşmesine tanık oluyoruz: ‘woke’ tartışmaları, LGBTQIA tartışmaları ve iklim değişikliği üzerine süregelen tartışmalar, aynı temel mantıkla ilgili.

İklim değişikliğinin aşırı sağ için bu kadar zorlu bir konu olmasının sebebi de açık. Her şeyden önce, iklim değişikliği elitlerin yönlendirdiği bir konu; yani bilim insanları birtakım araştırmalar yapıyorlar ve tavsiyeler de uluslararası bir düzlemde veriliyor. Sağ partiler ise zaten bilim insanlarının ve siyasi elitlerin öne çıkmasına şüpheyle bakan partiler. Bu yüzden de ‘bu halkın iradesi değil, birkaç elitinin söyledikleri,’ gibi argümanlara sık başvuruyorlar. Bu, aşırı sağ ideolojideki popülist element düşünüldüğünde özellikle doğru.

Elbette iklim değişikliği konusunun, siyasi sağın genel dünya görüşüne uymayan başka boyutları da var. Örneğin tükettiğimiz yiyecek türlerini değiştirmeye, vegan olmaya dair, ‘woke’ tartışmalarının bir uzantısı olan konular düşünülebilir. Tabii ki Batı Avrupa’da geleneksel mutfak epey et ağırlıklı-Türkiye’de de böyle olduğunu sanıyorum. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen ekonomik gelişme ile birlikte her gün et yemek mümkün oldu. Bu beslenme tarzı, ‘gerçek’ bir Avusturyalı’nın veya başka milletten bir kişinin nasıl yaşaması gerektiğine dair kültürel bir görüşün önemli bir parçası. Haliyle bu geleneksel yaşam tarzının değişmesi gerektiğinin söylenmesi, sürtüşme yaratıyor. Dolayısıyla aşırı sağ söz konusu olduğunda mevcut sistemi meşrulaştırmaya yönelik psikolojik süreçler, konunun önemli bir boyutu.

İklim değişikliği konusunda daha fazla araştırma yapıldıkça ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) bir an önce harekete geçmenin gerekliliğini vurguladıkça, bu konu da giderek daha yaygın, önemli ve geniş kapsamlı bir hal aldı. Bazı gruplar, geleneksel yaşam tarzlarını değiştirmeleri konusunda baskı altında hissediyorlar. Bu nedenle şöyle düşünüyorlar: ‘Hangi cüretle bize ne tür araba kullanmamız ne kadar et yememiz veya nasıl yaşamamız gerektiğini söylerler?’ Bu yaklaşım da daha önce bahsettiğimiz, seçkinlere ilişkin şüpheye ekleniyor. Greta Thunberg gibi genç, ilerici bir kadın figürü, ortalama bir aşırı sağcı siyasetçi için hoşlanılmaması kolay biri. Bu da konunun bir başka boyutu. Bir anlamda siyasette daha ilerici ve daha muhafazakâr güçler arasında bir 'savaş' var.

Bunlara ilaveten, elbette iklim politikalarının ekonomik sonuçları da çok büyük. Bu sadece kültürel bir sorun mesele değil, sanayi ve işlerle de yakından ilgili. Bu çerçevede Murphy Lockwood gibi bazı akademisyenler, aşırı sağın genelde iklim politikalarının olumsuz sonuçlarına daha çok maruz kalan seçmenleri temsil........

© T24