Oya Baydar: Kürtlerin mücadelesi açısından kuşkuluyum; Özgür Özel'in Kürt meselesinde hakkı yeniyor

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

14 Aralık 2025

Oya Baydar

Oya Baydar, edebiyatımızın önde gelen yazarlarından. Siyasal tarihimizi içinden yaşamış, bu birikimiyle, romanlarında yarattığı kahramanlarla ufkumuzu açan göndermelerde bulunup yerleşik fikirlerimizi de sarsmış bir yazar. Yağmurlu bir gün buluştuk. Prof. Dr. Güncel Önkal, Dr. Merve Arlı, Canan Tonka ve Ömer Asan'la birlikte Roman Kahramanları dergisi için yazarlık serüvenini, yapıtlarını birlikte irdeleyerek çoklu bir söyleşi gerçekleştirdik. Ardından, edebiyattan biraz uzaklaşarak, son dönem yaşananları, geçmişin perspektifinden nasıl değerlendirdiğini sordum kendisine. Dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu, son gelişmelerle hepimizin kafasını karıştıran kimi konulara değinerek farklı bir bakış açısı oluşturdu.

- Oya Hanım, sizin kuşağınıza "adanmışlık kuşağı" desek yanlış bir tanımlama olmaz diye düşünüyorum. Hayatı çok yoğun ve derinlemesine yaşamış bir kuşaksınız bu nedenle. Sizin kişisel yaşamınıza bakınca da bu tanımlamayı rahatlıkla yapabiliriz sanırım. 1960'lardan beri süregelen politik mücadeleniz yazarlığınızla başka bir boyut kazandı ama siyasal çabanız da hiç bitmedi. Bir söyleşinizde "Kendimi her şeyden sorumlu ve suçlu hissediyorum" demiştiniz. Kendinizle ilgili bu saptamayı, demin değindiğim adanmışlıkla açıklıyorum ben. Bu duygunuz hâlâ devam ediyor mu?

Evet, devam ediyor. Bu benim karakter özelliğim. Bunu nasıl kazandım, derseniz okuduğum okulun büyük payı var bunda: Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi. Kendini her şeyden sorumlu, olan biten kötülüklerden de suçlu hissetmek, belki biraz da okulun havasına yansıyan katolik ahlâkının etkisidir. Her sabah karatahtaya "devoir, devoir, devoir" yani "vazife, vazife, vazife" diye yazdırırlardı. Tabii içimden gelen birşeyler de varmış. Bunun getirdiği tatsız bir durum da var; kendi kendini yiyorsun, yıpratıyorsun, vicdan savaşı yaşıyorsun. İyi yanı ise; kendinle sürekli hesaplaşıp özeleştiri yapabilmek oluyor.

- Siz, yakın siyasal tarihimizin tanıklarındansınız. Birçok olayı, sözünü ettiğiniz duygularla içinden yaşadınız. Hayatınız bu anlamda serüven dolu bir romana da benziyor. 27 Mayıs darbesini örneğin, "güle oynaya değil ama memnuniyetle karşılamıştık" dediniz bir kitabınızda. Türkiye bir zıtlıklar, paradokslar ülkesi galiba. Bunu sormak istiyorum size. Sonuçta bir darbe ama gelişmiş bir anayasa getiriyor, sol bu dönemde serpiliyor. Bir de bakıyorsunuz hukuk yerle bir edilmiş, ülke idamlarla sarsılmış...

Bu kadar çok yaşarsanız, elbette birçok olaya tanıklık ediyorsunuz. Gelişmeler çelişkilerle de dolu olabiliyor. Diyalektik bir süreç de diyebiliriz belki. 1960'ta yirmi yaşındaydım, üniversitedeydim. Demokrat Parti'nin demokrasi rayından çıkmaya başladığı bir dönemdi. Üniversite gençliği DP iktidarına karşıydı. 27 Mayıs darbesini kurtuluş gibi algılamıştık. Ancak ne zaman ki Yassıada Duruşmaları başladı, "Hayır, böyle olmamalı" demeye başladım. İdamlar gerçekleştiğinde ise gerçek anlamda sarsıldım ve tepki verdim. Dediğiniz gibi 1961 Anayasası demokratik haklar getiriyordu, sendikal hareketi, işçi sınıfının mücadelesini kolaylaştıracak yasalara kapı açıyordu. Ama bugünden bakınca darbenin iyisi olmaz, diye düşünüyorum. Şimdi siz o dönemi hatırlatınca aklıma geldi. Geçen gün bir rüya gördüm. Bir arkadaşımla bir yerden kaçmaya çalışıyoruz. Bir haber geliyor; darbe olmuş, darbeciler benimle istişare etmek istiyorlarmış. Bende bir panik başlıyor, "Ben darbelere karşıyım, nasıl olur da gider onlarla konuşurum, gidemem" diyorum. Kâbus gibi bir rüyaydı, neyse ki o anda uyandım.

- O dönem serpilmeye başlayan sol, TİP'le ivme kazanmıştı. Siz de içindeydiniz. Sonraki yıllarda o ayrışmayı ulusalcılıkla enternasyonalcilik arasındaki ayrışma olarak değerlendirdiniz. Bu saptamanız günümüzde de geçerli mi? Bugünün solu için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

O döneme bugünden bakınca, devrimciliği ve solculuğu antiemperyalizm ve Kemalizm ile sınırlayanlarla ve meseleyi ulusal boyutlarda ele alanlarla bunu aşmak gerektiğini söyleyenler arasındaki ayrışmayı daha net görüyorum. Öte yandan sol/sosyalist kesimin tümü mücadeleyi emek-sermaye çelişkisinin çözümü olarak anlıyordu. Bunun tek çelişki olmadığını; etnik sorunların, kadın sorununun, ekolojik sorunların bir bütün teşkil ettiğini hayat ve tarih bize öğretti. Ya da bana öğretti, diyeyim. Günümüzde çok farklı bir dünya ve çok farklı sorunlar var. Türkiye sosyalist solunun 21. yüzyılın sorunlarına yeterli cevaplar getirdiğini düşünmüyorum. Tümü için söylemem haksızlık ve kendimi bilmezlik olur ama bazı marjinal kesimlerde ezbercilik sürüyor.

- SSCB deneyimini yakından gözlemlemiş birisiniz. Reel sosyalizmin başarısız olmasında bu değindiğiniz konunun payı nedir sizce?

Bir uzman değilim ama 1980'lerde oralarda yaşamış biri olarak gözlemlerim var. Sovyet deneyiminin........

© T24