Krakow'da bir kahvede, Selahattin Demirtaş'la baş başa...

Diğer

27 Aralık 2025

Gece vakti günlüğümün sayfaları arasında dolaşıyorum yaşlı hatıralarla...

Krakow, 22 Şubat 2018.

Varşova’dan trenle Krakow’a gelirken
yine acıları, kara acıları düşündüm,
insanların, toplumların yaşadığı trajedileri...
Ama düşünmek yetmiyor.
Acılara dokunmak yetmiyor.
Yüreğinde hissetmek yetmiyor.
Acıları anlasan da, habire yazsan da yetmiyor.
Yetmediğini bunca yıldır gördüm, görüyorum.
Kalıcı barış ve huzur kapımızı
bir türlü çalmıyor,
farklılıklar aynı çatı altında
çatışmadan, savaşmadan yaşayamıyor.
Oysa denir ki, acılar insanları da,
toplumları da olgunlaştırır.
Bu “olgunlaşma” nedir ki gerçekleşmiyor, kurumlaşmıyor.
Kırımlar, soykırımlar, savaşlar yaşanıyor
ama tekrarı da geliyor.
Bir musibet, bin nasihatten evladır” denir
ama hiç de öyle olmuyor.
Avrupa’da bir karşıdevrim gibi
başını kaldırmaya başlayan,
geçen yüzyılda totalitarizmi,
faşist ve komünist diktaları
tarih sahnesine çıkarmış olan
milliyetçilik rüzgârları şiddetleniyor,
o korkunç hortlaklar yeniden sahnede,
ölüm dansları yapıyor.
Avrupa’sıyla Amerika’sıyla Batı’da,
Hitler ve Stalin sonrası sahneye çıkan
ve evrensel değerler olarak
epeyce kurumlaşan liberal demokrasi,
hukuk, özgürlük ve insan hakları
yeniden arka plana kaymaya başladı.

Nereye başını çevirsen,
Demokrasiler ölüyor mu?”
sesleri kulaklara çalınıyor.
Amerika’da Trump’ın başkanlığı da
besliyor bu süreci.
Batı’dan değil, Doğu’dan da esiyor
kara rüzgârlar.
Türkiye de Erdoğan’la birlikte
İslamo-faşizm”den ya da dinci,
muhafazakâr despotluktan
nasibini almaya başlamış durumda.
Siyaset sahnemizde yeni bir durum bu da. Erdoğan’la Bahçeli’nin
adım adım oluşturdukları
Türkçü-İslamcı ittifakı” Türkiye’yi kutuplaştırıyor, keskin cephelere ayırıyor.
Toplumsal ve siyasal barışı tümden torpilleyecek bir iklim yaratıyor.
Bir noktayı belirtmek lazım.
Türkiye, Orta Avrupa'nın bu coğrafyasında
yaşanan acıları yaşamadı.
Hitler, Stalin istilalarının, diktalarının boyunduruğunu görmedi.
Türkiye, Cumhuriyet sonrasında savaş yaşamadı.
En önemlisi, İkinci Dünya Savaşı’nın
dışında kaldı. Elbette acılar, kanlı kopuşlar
oldu Anadolu’da da.
Kürt isyanları...
Dersim kırımı...
Trakya pogramları...
6-7 Eylüller...
Askeri darbeler...
İdamlar... Siyaset yasakları...
Zindanlar...
Diyarbakır Askeri Cezaevi gibi işkencehaneler...
Kürtlere yaşatılan acılar...
Peki, olgunlaşabildik mi?
Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’ten beri acılardan ders çıkarabildik mi?
Tek kelimeyle hayır.

Kemalizm’in günahları”nı
yerli yerine oturtamadığımız için de
gerçek barış ve demokrasiyi kuramadık.
Bugün mahkeme ve hapishane kapıları
yine dolup taşıyor.
Hukuk, özgürlük yerle bir.
Dünyada en çok hapis yatan
gazeteci, yazar Türkiye’de.
Kürtlere yönelik büyük bir siyasal kırım yaşatılıyor.
Bu satırları günlüğüme not düşerken haber geldi,
Ayla Akat tutuklanmış, tweet attım:

Eski HDP milletvekili Ayla Akat Ata
tutuklandı. Bravo, devam edin
Kürt siyasetine yönelik kıyıma...

Kaç yıldır dimdik duruşuyla tanıdığım
Ayla Akat’ın tutuklanma haberini alırken,
bir “barış adamı” olan Celalettin Can’ın
tutuklama talebiyle
gözaltında olduğunu öğrendim.
Celalettin benim Çağlayan’daki son duruşmama gelmişti. Meslektaşım olan hayat arkadaşı
Nimet’i aradım, sesi hüzünlüydü:

Ne yapalım Hasan Abi, Silivri’de,
o her zamanki yerimizde bekleşiyoruz.
Büyük ihtimalle tutuklanacak.

Biraz sonra da Celalettin’in tutuklama haberi
cep telefonuma düştü.
Anlaşılan o ki,
Kürtlere yaşatılan acılar bitmeyecek,
1980’lerden beri olduğu gibi
terörle mücadele adı altında
hem içeride hem dışarıda devam edecek.

Krakow’da, eski şehrin ortasındaki sıcacık bir kahvede Selahattin Demirtaş’ın
üç gün süren ve "biz kimiz" sorusuyla
başlayan savunmasını okuyorum.

Biz kimiz?
HDP olarak 6 milyon oy almış, nüfusuyla, çoluğuyla çocuğuyla birlikte
belki 15 milyonluk bir nüfusa tekabül eden bir kitle...
HDP’nin görüldüğü yerde
düşman görmüşçesine işlem yapın,
havası yayılmaya çalışılıyor.
Bu yargıda böyle, bürokraside böyle,
hükümette böyle.
Parlamentoda bile böyleydi.
10 binden fazla üyemiz, aktivistimiz,
yöneticimiz tutuklandı 2009’dan bu yana.
Sadece son 2 yıl içerisinde bin 778 kişi...
Ülkede adalete olan inancı kırdınız,
kırmaya devam ediyorsunuz.
Neydi bu kırılmalar?
Kimse demokratik siyasete inanmıyordu,
en başta gençler inanmıyordu.
Bir yürüyüş yapsa,
terörist olarak suçlanıyordu.
Bir konuşma yapsan,
bir bildiri dağıtsan
yıllarca cezaevinde kalıyordun.
Ne oldu?
Gençlerin birçoğuna biz değil,
bu tutumu sergileyenler
dağın, silahın yolunu gösterdiler.
İşte biz bu kırılmayı toparlamaya çalıştık.
“Umut var, demokratik siyaseti yürütmeliyiz” dedik.
Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunudur çünkü.
Kürt olduğum için
ve Kürt sorununu yaşadığım için
söylemiyorum bunu.
Kürt olmayanlar da böyle tariflediler,
doğru tariflediler.

Çözülmemiş, bir sonraki nesle
havale edilmiş bir sorunun yarattığı
iddianame önünüzde duruyor.
Çözülmedi sorunlarımız.
Lozan Antlaşması imzalanırken,
İsmet İnönü ve beraberindeki heyet
yan odada........

© T24