Osmanlıda çok sesli müzik neden tutmadı? |
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
28 Aralık 2025
Naum Tiyatrosu
Bu haftaki yazım, “Atatürk Türk müziğine ne yaptı?” başlıklı yazıma ek niteliğinde ve bunu özellikle o yazı ile halen ikna edemediğim iki yakınım (bir dostum ve bir büyüğüm) için son bir çaba olarak yazıyorum; konuya ilgi duyan başka dostlara da bir kapı aralamak ümidiyle.
Biliyorsunuz, yaşadığımız coğrafyada henüz bitmemiş ama azalarak bitme yoluna girmiş bir alaturka - alafranga veya tek sesli - çok sesli müzik çekişmesi var. Bu çekişme 30 yıl önce daha şiddetliydi, 70 yıl önce daha şiddetli.
Kimsenin yadsımayacağı bir gerçektir ki cumhuriyete kadar Türk toplumunda çok sesli müzik kültürü yoktu. Var mıydı? Yoktu.
Şu vardı: Çok sesli müziğe tepeden inme bir giriş yapılmıştı. II. Mahmut’tan itibaren sarayda Batılılaşma başlamış, mehterin yerini bando almış, sarayda ve İstanbul’un bazı gayrimüslim veya elit ailelerinin evlerinde tek tük piyano gibi çalgılar görülür, klasik müzik dinletileri yapılır olmuştu. Ancak bu, Türk toplumunda bu kültürün yayılmaya başladığı anlamına gelmiyordu. Azınlıklara aitti.
Şu da vardı: Osmanlı bir imparatorluk olduğu için, egemenliği altındaki Avrupa ülkelerinde çok sesli müzik kültürü vardı. Macar’ın, Bulgar’ın geleneksel müziği zaten çok sesliydi. Ancak bu kültür bir türlü Balkanlarda veya Anadolu’da yerleşik Türk toplumuna bulaşmıyordu.
Türklerde çok sesli müzik kültürü Cumhuriyetle birlikte yerleşti. Yerleşti mi? Evet; yerleşti. Bugün ülkemizde hem hatırı sayılır miktarda pop, rock, caz, klasik müzik dinleyicisi var; hem de dinlediğimiz makamsal müziklerin bile bir çoğunda ezgiye akorlarla ve basla eşlik etmek üzere gitar, klavye, bas gitar gibi çalgıların kullanımı oldukça yaygın. Demek ki bu iş başarılmış.
Kimin, neyin sayesinde başarıldı bu iş? Atatürk’ün sayesinde. Ülkemizde halka yönelik çok sesli müzik kurumlarını açan ve kendisinden sonra açılmaya devam edilmesine yönelik politikaları yerleştiren odur.
Peki bugün neyi mi tartışıyoruz? Atatürk’ün alaturka müziğe belli bir süre, belli sınırlar dahilinde bazı kısıtlamalar getirmiş olmasını. Gazi bunu bile isteye, isabetli stratejik bir hamle olarak mı yapmıştır, yoksa bu onun beceriksizce giriştiği bir hata mıdır? Yani o bu hatayı yapmasa ülkemizde çok sesli müzik kültürü daha mı erken yerleşecekti, daha mı iyi oturacaktı? Ülkemiz, insanımız ve kültürümüz için bunca büyük işi başaran bu adamı bu konuda kınayalım mı? Söz konusu kısıtlamaların ne olduğunu yukarıda adı geçen yazımdan ve orada referans verdiğim Ozan Yarman’ın makalesinden okuyabilirsiniz. Özetle, alaturka müzik radyolardan 2 yıllığına kaldırılmış (memlekette bir avuç zenginin evinde radyo varken), sonra alaturka müzik devlet eğitim kurumlarına sokulmamış (ama özel kurumlar bu konuda engellenmemiş).
Atatürk attığı her adımı tarihten ders alarak atmıştır. Dününü iyi bilen ve dünün sonuçlarını bugünde iyi analiz edebilen yarınını en iyi şekilde planlayabilir. Her konuda olduğu gibi müzik devrimi konusunda da Atatürk’ün yaklaşımı düne ve bugüne bakarak yarını şekillendirmek olmuştur. O, bilmediği bir konuda ahkam kesecek bir adam değildi. Sanatçıya ve bilim insanına büyük saygı besleyen; kararlarını okuyup bilgi sahibi olarak, uzmanlarına danışarak, bilimin ışığında alan bir liderdi. Müzik konusunda Atatürk’ün kararlarını isabetsiz bulan müzisyen ve akademisyen dostlarım, bunu Atatürk’ün müzik bilgisinin yetersizliğine bağlıyorlar. Bense söz konusu kararların derinlemesine bir müzik bilgisinden ziyade toplumbilimle ilgili olduğunu düşünüyorum.
Müzisyen olun veya olmayın; kendinizi Atatürk’ün yerine koyun ve onun durduğu noktadan zaman ve zemine bir göz atın: yaşadığınız ülke “Batı”nın yarısına uzun süre hükmetmiş ama Batı’nın yeniliklerini almakta ayak sürümüş. Böyle bir yapısı var bir kere, bunu cebe koyalım! Direnilen bu yeniliklerden veya gelişmelerden birisi çok sesli müzik kültürü. Çok sesli müzik kültürü, Türk uygarlığını ileriye götürecek bir güçtür. Bunun neden bir güç olduğunu burada tartışıp da konu dışına çıkmayalım; Mustafa Kemal’in Sofya’da askeri ataşeyken izlediği opera temsili sonrası yanındaki arkadaşı Şakir Zümre’ye söylediklerine kulak vermekle yetinelim:
"Balkan Savaşı’nda neden yenildiğimizi şimdi daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çoban diye biliyordum, halbuki baksana operaları bile var. Operada oynayan sanatçıların hepsi müzik eğitimli, yetişmiş kimseler. Bir operası olan, bu sanatı icra edecek sanatkarı, orkestrası ve dekoratörü olan, o operayı büyük bir vakar içinde seyreden halkı olan bir milleti, bizim gibi bunlardan mahrum bir milletin ordusu elbette yenemezdi”.
Bu sözün derinliğini kavrayabiliyor musunuz? Buradan Atatürk’ün çok sesli müziğin gücünü nasıl kavradığını anlıyor musunuz? Dahi bir asker olduğu halde kültürü askerî gücün üzerinde görüyor.
Şimdi diyelim ki biz de bu konunun önemini onun kadar kavramışız, 1920’lerde yaşıyoruz ve olanı biteni izleyip kafa yoruyoruz: ne yapmak lazım? Ne yapalım da Türk çobanı dağdan inip çok sesli müzik yapsın?
Bakıyorsun; ülkende çok sesli müzik var olmasına var; ama........