Çıplak konserler

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

14 Aralık 2025

Size bir şey itiraf edeceğim. Ben bir nüdistim. Çıplaklığın ayıp sayılmasına karşıyım. İnsan soğuktan, sıcaktan, tozdan, topraktan korunmak için örtünebilir; süslenmek için ve daha pek çok keyfi veya işlevsel nedenle binbir türlü giyinebilir; ama örtünmenin veya giyinmenin ardında ahlaki bir neden olmamalı. Ahlak, insani erdemlerle ilgilidir; iyilikle, kötülükle ilgilidir; hakkaniyetle, adaletle ilgilidir; bir et parçasının gizlenmesiyle ilgili olamaz.

Cinsel organlarımız hassas bölgelerdir. Elbette ki korumak için örtüyoruz binlerce yıldır. Sürekli çıplak gezen insanın kendisinde başka kimseye zararı olmaz, en fazla mikrop kapar.

Yerine ve zamanına göre giyinmek diye bir şey var. Kıyafet elbette kültürün bir parçası. Demiyorum ki herkes yerli yersiz çıplak gezsin. Şunu diyorum: bazı yerlerde ve durumlarda insanlar birbirleriyle çıplak olarak da iletişim kurabilmeli ve bu cinsellikle veya ahlakla bağdaşmak zorunda olmamalı. Zira bedenimiz bizim en doğal varlığımız. Ondan neden utanalım ki? Çocuklarımıza en doğal varlıklarını korumalarını öğretelim; ancak bunun bir utanç meselesi değil, başka pratik ve kültürel nedenlerle ilgili olduğunu bilsinler. Yoksa psikolojik olarak sağlıklı olamazlar, kaanatindeyim.

Bu konuya dinsel açıdan bakacaksak, adil ve eşitlikçi bir bakış açısı bence şöyle düşünmeyi gerektirir:

Her insan dilediği bir dine mensup olmakta özgürse, dininin gerektirdiği şekilde giyinmekte özgürse, bu özgürlük tüm dinleri ve dinsizleri de kapsamalı. Bir insanın dini tüm vücudunu saklamayı gerektiriyorsa, bir diğerinin dini tüm vücudunu açıkta bırakmayı gerektirebilir. "Öyle bir din yok" diyebilirsiniz. Bilmiyorum, belki vardır. Ama olması gerekmemeli. Çünkü dinler insan icadıdır. 3000, 2000 veya 50 yıl önce bir adam çıkıp, "Ben peygamberim. Bu da dininiz. Buna göre davranın. Örtünün!" diyebiliyorsa ve bu adamın direktiflerini takip etmek herkesin saygı duyduğu yasal bir haksa, bir başka adam bugün de çıkıp aynı şekilde "Ben peygamberim. Bu da dininiz. Buna göre davranın. Soyunun!" diyebilmeli ve aynı hak burada da geçerli olmalı. Hatta her insan kendi kendinin peygamberi olabilmeli, böyle bir hakkı elde etmek için illa bunun arkasında bir din olması gerekiyorsa.

Belki dindar bir insansınız ve diyeceksiniz ki "Hayır, dinler insan icadı değildir. Allah tebliğ eder, peygamber bildirir.". O zaman size sorarım: "Nereden biliyorsun?". Dersiniz ki "Peygamberim böyle söyledi. Allah ona öyle söylemiş. Onun sözüne ve kitabına güveniyorum". Peki o zaman. Bu sizin seçiminiz. Saygı duyarım. Ben de aynı şeyi söyleyebilirim: "Allah bana da göründü ve soyun dedi". Ne yüzyıllar önce yaşayan peygamberinizin gerçekten yaşadığı deneyimin bir tanrıyla iletişim olup olmadığını test edip doğrulayabilirsiniz, ne benimkinin. Bilimsel yöntemlere dayalı olmayan bilgiye inanmak bir seçimdir. Birinin bu yöndeki seçimine saygı duyulacaksa herkesin bu yöndeki seçimlerine ve inançlarına eşit derecede saygı duymak gerekir.

Bununla birlikte, devletin, resmi ve özel kuruluşların, insanın yönettiği her tür organizasyonun giyim konusunda özel kuralları olabilir. Ülkemizin yakın geçmişinde okullarda ve kamu kuruluşlarında türban takmak yasaktı. Kadınlar bu alanlar dışında her yerde örtünmekte bugünkü kadar serbesttiler, ancak devletin bu konuda kısıtladığı alanlarda başlarını açmak zorundaydılar. Bence bu doğru bir kuraldı. Kıyafet yönetmeliği diye bir şey var. Resmi toplantılarda resmi kıyafet giyilir, kostüm partisinde kostüm giyilir, havuzda mayo giyilir. Siz bana "dini inancım gereği TBMM'ye türbanımla da girerim" diyorsanız, ben de size "dini inancım gereği TBMM'ye çırılçıplak girerim" derim. İkisi de yanlış. Ya tüm tercihlere eşit serbestlik tanınmalı, ya da hepsi aynı kısıtlamalara tabi tutulmalı. Ne o TBMM'ye türbanla girebilmeli, ne de ben kravatsız -bırakın çıplak girmeyi-.

Velhasıl, insanların özgürce örtünebildiği bir dünyada özgürce soyunamamayı bir haksızlık ve eşitsizlik addediyorum.

Yanlış anlaşılmasın, kanunlar bana böyle bir hak tanısa her an her yerde çıplak dolaşacak değilim! Örtünmek ve giyinmek benim de ihtiyacım. Yalnızca bunun bir ahlak meselesi yapılmasına karşıyım.

Bu platformda bu yazıları yazmaya başlarken niyetim yukarıdaki gibi pek çok konuda fikirlerimi sizlerle paylaşmaktı. Ancak yazılarımı mesleğimle ilgili konularla sınırlı tutmam, tercihen müzikli anılarıma ağırlık vermem uygun görüldü. Bugüne kadar bu kuralı çiğnemedim. Bu girişten sonra çiğnememenin tek yolu size Amerika'daki çıplak konserlerimden söz etmek:)

2000 yılının yaz aylarıydı. Indiana Üniversitesi'ndeki son sömestrimi tamamlamış, güzel notlarla öğrenim hayatımı tamamlamıştım. Geriye diplomayı almak kalıyordu.

O yaz Amerikalı bir kemancı sevgilim oldu. Aynı müzik fakültesinden benden birkaç yıl önce mezun olmuştu, Bloomington'da yaşıyor ve çalışıyordu. Benim gibi çok yönlü bir müzisyendi, pek çok müzik türünü icra ediyordu. Benden önceki bir sevgilisiyle birlikte bir rock grupları varmış. Geçmişte bazı çılgın partilerde bu grupla çıplak çaldıklarını söylemişti. "Bateristin önünü örten çalgısı var, basçıyla gitarcı keza; bir ben kabak gibi kalıyordum kemanımla" diye anlatmıştı:)

Bu bana bir fikir verdi: "Biz de çıplak bir konser verelim" dedim. Kabul etti.

Nasıl yapmalı, nerede yapmalı? Salon, piyano, seyirci lazım.

Müzik fakültesinin binaları haftanın 7 günü gece yarısına kadar açık olurdu. Geç saatlere kadar çalışırdık. Gece yarısı temizlik görevlileri gelirdi, dış kapıları dışarıdan açılmayacak, ancak içeriden açılabilecek şekilde kilitler ve temizliğe başlarlardı. Böylece gece yarısını biraz geçirmiş bir öğrenci içeride kilitli kalmazdı, çalışmasını bitirince dışarı çıkabilirdi. Çıkan geri giremezdi sadece. Çok ihtiyacımız varsa gece 1'e, 2'ye kadar çalışabilirdik -ki çok olmuştur-, görevliler anlayışla karşılardı.

Temizlik görevlileri haftanın 1 günü tatil yapardı. Cumartesi veya Pazar -hatırlamıyorum-. O gün aynı şekilde gece yarısı kapıları kilitler ve giderlerdi. O gece -her ne kadar kurallara aykırı olsa da- sabaha kadar çalışılabilir, hatta çalışmak dışında şeyler de yapılabilirdi;) Koskoca fakülte binaları, içindeki tüm ekipmanla birlikte emrinize amadeydi!

İşte öyle bir gecede vermeye karar verdik çıplak konserimizi.

Okulun kocaman bir opera binası vardı. En büyük sahne! Bu iş için orayı seçtik. Arkadaşlarımıza toplu email yoluyla konseri duyurduk. Gece yarısını biraz geçe opera binasının sanatçı girişine gelmelerini söyledik. Giriş ücreti olarak yanlarında bir parça şeker, çikolata vb tatlı getirmelerini söyledik. Bu yapacağımızın kurallara aykırı -ancak hiç kimseye ve hiç bir şeye zarar vermeyecek- bir eylem olacağını, yakalanırsak herkesin kendinden sorumlu olduğunu bildirdik, bu riski kabul eden gelsin, dedik.

Çalıştık, repertuvar hazırladık. Büyük gece geldi. Yanımıza mumlar ve yastıklar aldık. Gece yarısından önce bina açıkken içeri girdik, bir odada gizlenip görevlilerin binayı kilitleyip gitmelerini bekledik. Saat geçince çıktık, büyük sahneye yöneldik. Sahnede çalabileceğim bir piyano yoktu. Çeşitli prova salonlarında piyanolar vardı, ancak büyük sahneye itmek için uzaktaydılar. Hızlıca duruma adapte olduk ve konserimiz için üst katlardan birindeki büyükçe bir prova salonunu belirledik. Bu arada bir arkadaşımızı giriş bedeli olan çikolataları toplamak üzere elinde sepetle zemin kattaki sanatçı girişine diktik. O gelenleri bu salona yönlendirirken biz ortamı hazırladık. Yere minderler koyduk, mumları yaktık ve beklemeye koyulduk...

İlkin birkaç arkadaşımız geldi... sonra seyircinin arkası kesildi. Ne olduğunu anlamak için aşağı indik, sanatçı girişinde sepetle seyirciyi bekleyen arkadaşımızı görmeye. Kapıya ulaştığımızda karşılaştığımız manzara film sahnesi gibiydi! Okuldan bir sürü arkadaşımız gelmiş, kapının önünde birikmiş. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Hepsi sırılsıklam! Ancak kimse kıpırdamıyor! Öylece duruyorlar. Çünkü karşılarında temizlik görevlisi yaşlı bir teyze duruyor O da kıpırdamadan duruyordu karşılarında. Ne o onları içeri salmak istiyor, ne onlar geri gidiyor. Zaman donmuştu adeta. Bizim gelişimizle yavaş yavaş........

© T24