Gardıropta polyester, tarlada pamuk krizi |
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
28 Aralık 2025
Plastik poşetleri, PET şişeleri hayatımızdan çıkarmaya çalışırken, aynı hammaddenin “daha şık” hâli; polyesterle giyinip kuşanıyoruz. Üstelik bazıları da ‘geri dönüştürülmüş’ etiketiyle. Peki bu etiket gerçekten çevreyi mi koruyor, yoksa kirliliği daha görünmez, daha yaygın ve daha kalıcı bir forma mı sokuyor?
Bugün hızlı modanın ana yakıtı, ucuz sentetik elyaflar. Çünkü polyester, pamuktan daha düşük maliyetle üretilebiliyor; markalar daha hızlı koleksiyon çıkarıyor, tüketici daha sık satın alıyor, kıyafet daha kısa ömürlü hâle geliyor. Tam da bu yüzden “sürdürülebilirlik” tabelası moda sektörünün vitrininde giderek büyüyor. Fakat vitrinle, atık su hattı arasında ciddi bir çelişki var.
Çukurova Üniversitesi Mikroplastik Araştırma Grubu’ndan Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ve Doç. Dr. İlkan Özkan’ın Changing Markets Foundation’la birlikte analizler, geri dönüştürülmüş polyesterin yıkama sırasında ham polyestere kıyasla ortalama yüzde 55 daha fazla mikroplastik lif saçabildiğini ortaya koyuyor.
Bu liflerin daha küçük boyutlu olması, çevrede daha hızlı yayılmaları ve tutulmalarının daha zor olması anlamına geliyor. Çalışmada, 5 büyük markanın (Nike, Shein, Adidas, H&M ve Zara) ürünleri karşılaştırılmış. En yüksek lif salımı Nike ürünlerinde görülüyor ve geri dönüştürülmüş polyester Nike ürünlerinde gram başına lif sayısı on binlerle ifade ediliyor. Tek bir çamaşır yıkama döngüsü 900 bin mikroplastik lif açığa çıkarabiliyor. H&M, Zara ve Adidas’ın ürünlerinde Nike’a oranla daha az olsa da ciddi miktarda mikroplastik lif salınımı ölçülmüş.
Bu, “geri dönüştürülmüş” etiketiyle pazarlanan bir ürünün, her yıkamada çevreye daha fazla petrol türevi mikro lif bırakması demek.
Belki de sormamız gereken soru şu; Plastik şişeyi tişörte dönüştürmek, gerçekten geri dönüşüm mü; yoksa plastiği bir kez daha dolaşıma sokup, bu kez mikro lifler halinde suya, toprağa ve havaya dağıtmanın sofistike bir yolu mu?
Mikroplastiklerin çevreye etkisini artık hepimiz sezgisel olarak biliyoruz: arıtma tesisleri her mikro lifi tutamıyor; lifler suyla nehre, denize karışıyor; balıkların ve ekosistemin döngüsüne giriyor. Ama tartışma giderek daha fazla “insan sağlığı” tarafına kayıyor.
Son yıllarda farklı çalışmalarda mikroplastiklerin insan dokularında saptandığına dair bulgular paylaşılıyor; örneğin insan kanında mikroplastik parçacıkların tespit edildiğini bildiren araştırmalar kamuoyuna yansıdı. Yine daha yakın tarihli güçlü bir klinik çalışma, karotis damar plağında mikro/nanoplastik bulunan hastalarda bazı olumsuz kardiyovasküler sonuç risklerinin daha yüksek olabileceğini raporladı.
Elbette bilim burada hâlâ “mekanizma ve doz” sorularını yanıtlamaya çalışıyor; yani “şu kadar mikroplastik, kesin şu hastalığı yapar” gibi kestirme bir hüküm vermek doğru değil.........