Resmî ideolojiye “Serbest Vuruş”: Direniş ve marka imajı arasında bienalin çelişkileri |
Diğer
19 Eylül 2025
İSTANBUL BİENALİ TARİHİ - V
1990’larda küreselleşme, sanatın uluslararası dolaşımını artırırken küresel piyasaların sanatçı ve ürünleri üzerindeki etkisini de güçlendirdi.
Naomi Klein’ın No Logo (1999) kitabının işaret ettiği gibi, markaların ve görünmez iktidarların sorgulanması çağdaş sanatın gündemini belirlerken sanat piyasası tam da bu eleştirileri parlatıp dolaşıma sokan bir mekanizma işlevi gördü.
Böylece 2000’lerin başından itibaren bienallerde ortaya çıkan politikleşme, yalnızca iktidarın eleştirisi değil, aynı zamanda sanatın sisteme nasıl kolaylıkla entegre olabileceğinin de somut bir göstergesi oldu. Sanat sistem karşıtlığının görünür kılındığı bir sahneye dönüşürken, bu çatışmaların kendisi de kültür endüstrisinin en cazip “ürünlerinden” biri haline geldi. Birçok sanatçı da neoliberal düzenin görünmez iktidarlarını ifşa etmeye yöneldi.
2000’li yıllarda direniş ve uyumun iç içe geçtiği bu çelişkili zemin İstanbul Bienali’nde de yankısını buldu.
Kaotik bir şehirde küresel bir sahne
9. Bienal Charles Esche ve Vasıf Kortun’un eş küratörlüğünde 2005 yılında “İstanbul” temasıyla gerçekleşti.
İstanbul’da yaşayanlar bilir; her gün aynı rutini takip etseniz bile şehrin kaotik yapısından dolayı asla aynı günü yaşamazsınız. Farklı kültürlerin, çoklu kimliklerin, göçlerin ve jeopolitik gerilimlerin iç içe geçtiği bu şehir; su ve elektrik altyapısı gibi, sürekli akan ama zaman zaman tıkanan, yoğunlaşan ama asla seyrelmeyen kültürel bir trafiğe sahiptir.
Bu katmanlı, akışkan ve gerilimli yapı, mega kentin rotasını takip eden küratöryel anlayışlarla kesişir. Sürekli dönüşen ve kendini tekrar etmeyen kent, İstanbul Bienali’ne zemin oluştururken sanat yapıtlarını biçimlendirir.
Önceki edisyonların küratörleri farklı temalarıyla yeni tartışmalar açtıkları bienallerde İstanbul’u zemin olarak kullansalar da 9. Edisyon, yaşayan bir kent olarak doğrudan İstanbul’a odaklandı. Esche ve Kortun, kenti tarihsel bir dekor olmaktan çıkarıp kültürel, tarihsel, sosyoekonomik ve coğrafi yapısıyla kavramsal bir tema olarak ele aldılar.
Bienali uzun bir sürece yayma düşüncesiyle 9. Edisyon öncesi ve sonrasında bir dizi proje gerçekleştirildi. 9B konuşmaları adı altında düzenlenen panel ve söyleşiler sanat eseriyle izleyici arasında etkileşim kurmayı amaçlıyordu.
Aslında Kortun, tartışma zemini yaratma amacıyla 3. Bienal sürecinde de bazı girişimlerde bulunmuştu.
Vasıf Kortun, Birikim'den neden yardım istedi? Murat Belge’den beklentisi gerçekleşti mi?
Çağdaş sanatın Türkiye’de yeterince tartışılmadığını düşünen Kortun, 3. Edisyon’u hazırlarken Murat Belge‘ye bir mektup yollayarak bu boşluğu doldurmak konusunda destek arar.
Kortun, dünyadaki tartışmalardan örnekler vererek “sanatın disiplinler arası bir üretim tarzı olarak bir bilgi nesnesi ve tartışma alanı” haline geldiğini belirtir.
Birikim çevresindeki yazar ve düşünürlerin sanat ve bienal hakkında yazmalarını, bir tartışma başlatmalarını isteyen Kortun, “…sanatın vazifelerinden biri yarık açmak, gösterme cesaretinde bulunmak, putları indirmek açığa çıkartmaktır” der.
Türkiye’deki en etkili ve köklü düşünce dergilerinden biri olan Birikim’de çıkan makalelere bakınca bu isteğin o dönemde ne yazık ki sonuç vermediğini söyleyebiliriz.
Antrepo'da Misafirperverlik Alanı olarak kurgulanan alanda iki grup sergisi yer aldı. Küratörlüğünü Halil Altındere'nin yaptığı Serbest Vuruş ve Hafriyat’ın Procje: İmalat hatası . Ayrıca bu alanda film gösterimleri, konuşmalar ve başka etkinlikler düzenlendi.
“Serbest Vuruş” sergisinde genç sanatçılara özgürce üretebilecekleri bir alan açan Altındere’ye sergide yer alan bazı işler nedeniyle TCK 301. madde kapsamında soruşturma açıldı. Sergiyi polis bastı ve “serbest vuruş” sergisinin kataloğu toplatıldı. Altındere "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılamak"la suçlanıp yargılandı.
Halil Altındere’nin “Serbest Vuruş” sergisine açılan davalar, sanatın yalnızca temsil değil, doğrudan siyasal alanın aktörü olabileceğini gösteriyordu.
Aynı yıl Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakereleri resmi olarak başlamış, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ilk kez açık biçimde “Kürt sorunu” ifadesini kullanmıştı. Yine de ifade özgürlüğü ihlallerinin derinleştiği bir yıldı. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink ve yazar Orhan Pamuk da........