Emekli Emniyet Müdürü Hanefi Avcı anlatıyor: Hükümet, sokağa ait bir grubun hep yanında olmasını istiyor

Diğer

29 Ağustos 2024

Hanefi Avcı, uzun yıllar emniyetin çeşitli birimlerinde görev yapan, her dönem hem açıklamaları hem yürüttüğü operasyonlarla sonrasında yazdığı kitaplarla gündeme gelen bir isim. Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı, emniyet müdürü… Avcı, Susurluk döneminde çeteyi, Ergenekon operasyonları döneminde cemaati, JİTEM döneminde JİTEM’i anlatabilen nadir isimlerden. İşkence yaptığını itiraf eden, 28 Şubat döneminde askerle karşı karşıya gelen Avcı ile geçmişi ve bugün emniyet ve yargının içinde bulunduğu durumu konuştuk.

Avcı, her zamanki gibi çarpıcı açıklamalar yaptı.


- Emniyetin ve yargının içinde bulunduğu durumu sorarak başlamak isterim. Tarikatların egemen olduğu iddiaları, suç örgütleriyle bağlantı iddiaları… Geçmişte de bu iddialar vardı ama böyle bir yoğunluk görünmüyordu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu andaki emniyetin fiili durumunu çok iyi bilmeyebilirim, çünkü kişisel bir temasım yok. Ayrıca benim tanıdıklarımın çoğu da emekli oldular. Ama buna rağmen olup bitenleri geçmişte emniyette çalışan biri olarak kendi açımdan değerlendirebiliyorum. Şöyle bir şey, bu her zaman da böyledir emniyet içerisinde. İşin ana gövdesi, yüzde 80’i aslında klasik ve standart şekilde çalışır. Burada yüzde 20’lik kısımda sorun vardır. Yani burada demin saydığınız gibi belli insanlar etrafında kümeleşenler, menfaat grupları, dini gruplar veya siyasetle ilişkisi olanlar o yüzde 20’lik kısımdadır. Ama daha önceden kamuoyunu rahatsız eden, gündeme gelen, konuşulanlar da onlardır zaten.

- Biraz da kritik birimlerde olanlar onlar…

Yani biraz kritik, bazı davalar kamuoyunu çok ilgilendiriyor. Oradaki isimler önemli. Şimdi nasıl cemaat döneminde devletin dışında bir grubun yönettiği bir emniyet mekanizması vardı. Cemaatin dışındaki yüzde 80’lik kısım normal çalışırken, o kesim siyasi soruşturmaları, muhaliflere yönelik operasyonları yaptı, hepsi cemaatin kontrolündeydi. Polis cemaatin kontrolünde, yargı cemaatin kontrolünde ama hepsi de bir sivil imamın kontrolündeydi. Bakanın varlığı çok önemli değildi. Savcı çok önemli değil, vali de çok önemli değildi. Emniyet müdürü de ikinci plandaydı. Bir emniyet amiri savcı ve hâkimi yönlendirebiliyordu. Öyle bir devlet vardı. O zaman devletin genel ruhunda da bu vardı. Mevcut hükümet sayesinde oralara yerleşmişler. Mevcut hükümet niye bunları bu kadar şımarttı dersen mevcut hükümetin de yaşadığı bir süreç var işte. İktidara geliyor ama iktidar olamıyor, muktedir olamıyor. Bugüne döndüğümüzde ise hükümet bir anda kendisi için tehlikeli bir grupla karşılaştı. Cemaat var, baktı ki ciddi tehlike. Direkt kendine yönelmiş işte… Polisle, yargıyla darbe yapmış, olmamış ve en son askerle fiili darbeye kalkışmış. Ne yaptı hükümet? Bu adamlara karşı bir savaş açtı. Bunu yaparken de artık bu tehlikenin devam ettiğinin farkında. Ne yapacak? Bu sefer tüm devlet imkanlarını, gücünü kullanarak bu adamlara bir cephe oluşturdu. Dedi ki cemaatle mücadelede kim lazım?

Daha önce cemaatin karşısında olmuş, cemaatin hedefi haline gelmiş kişileri kullanmaya kalktı. İşte ülkücü, milliyetçi insanlar o zaman cemaatin hedefi. Onları yanına almaya çalıştı. Farklı tarikatlar, cemaatler ve dini grupları yanına aldı ve onlar da bu cemaat gücüne karşı yapılan operasyon, çalışmaların tüm boyutunda yer aldılar. Hükümet halen o tehlikeyi kendinde var hissediyor. Diyor ki “Halen bir cemaat tehlikesi var, o zaman ne yapacağım, ben kendi etrafımla dayanışacağım.” Diyor ki “Sadece devletle olmuyor bu iş.” Kendi kurtulurken devlet dışındaki güçlerin de kurtardığına inanıyor. Onun için sokağa ait bir grup her zaman kendi yanında olsun istiyor. Adını duyduğumuz cemaatin dışındaki tüm diğer cemaatlerin, tarikatların ve dini küçük grupların yanında olduğu inancında. Onlarla böyle bir dirsek teması var. Siyasi temas, insani temas ama geri planda da daha sonra devlet teması, devletin imkanlarını verme, devletin kadrolarını verme, devlette her türlü nimet verme devam ediyor. Tercihini de o yönde kullanıyor. İmkânları varsa onların şirketlerini kullanıyor. Bu hükümetin tabiatından kaynaklanan bir şey. Bu böyle tavır aldığı için bütün devlet kademeleri de böyle olmak mecburiyetinde. Yani bir yönüyle hükümete bağlı siyasi olarak veya inanç düşünce olarak kendi grubuna kendi tarikatına bağlı bir yapı oluşturdu.

Bu yapıdaki insanların devlet içinde yaratacağı sorunlar bellidir. Devlet hiyerarşisi bozulur. Yani memurlar yüzde 50 oranında kendi amirlerine, yüzde 50 oranında ise diğer gönül bağı olan grupların tavırlarına, kararlarına düşüncelerine göre hareket etmeye başlarlar. Zaten ideolojik olarak düşünen gruplarda öyledir. Milliyetçi kesim, ülkücü kesim. O da kendi siyasi anlayışına yakınlık ya da bağımlılık gösterir. Şimdi bu yansıma şu anda emniyetin önemli kadrolarında mutlaka vardır. İllerde biraz daha zayıftır. Siyasi iktidar buraya hem oy potansiyeli olarak hem de bir tehlike oluşursa yanında bir güç olarak bakıyor. O travmanın etkisini kısa bir zamanda atamayacağı kanaatindeyim yani. Bu olduğu müddetçe Türkiye devlet yapısı rayına oturamaz. Devletin sistemleri çalışamaz. Belli oranda olur ama belli oranda da bu insanlar kendilerini buraya taşıyan, atamada, terfide imkân sağlayan bu grupların etkisi altındadırlar. Onların tavsiyelerine, telkinlerine bağlılıkla… Oraya bilgi verirler, ora sorarsa bilgi alıp, onlara verirler. Normalde bizim zamanımızda emniyette böyle bir şey olmazdı.

- Aslında o zaman da cemaat etkindi.

Cemaat etkinliği daha zayıftı. Belki bilgi aktarımı vardı ama daha dardı. Yürütme olarak fiili öyle bir şey yoktu. 2005’lere kadar… 2004’ler ve öncesinde cemaatin böyle dayatma şeklinin çok daha az olduğu kanaatindeyim. Ama ülke genelinde kendi adamını sokma, kendi adamlarını koruma, kendi adamlarını yükseltme diye bir şey vardı, hedefi oydu. Ama devleti yönetme diye bir şeyleri yoktu. Ama sonra mesela artık Güneydoğu’da operasyonları yönetmeyi düşündüklerini hissettim. Cemaat, “PKK’ya karşı operasyonları ben yaparım” demeyi düşündü. Bütün bu Silivri operasyonları sonra… Hepsi artık bütün çalışmaları devletin kendi hukukuna, kendi hesabına göre değil, cemaatin hesabına, cemaatin menfaatine göre yönettiler. Birinci hedef cemaate muhalif olanlar, cemaate karşı çıkanlardı. Cemaatin önünü kesmeye çalışanlar birinci hedef seçildi. Suçlu olmayanlar bile suçlu hale dönüştürüldü. Kendilerine muhalif kim var, onları temizlemek. Yani mesele oradaki darbeci zihniyeti önlemek değil özellikle cemaate karşı olanları yontmak istediler. Poliste de yine aynı şekilde kendilerine muhalifleri temizlemeyi düşündüler. Tabii ki onların gücü olunca da bütün devlet kadrosu bir güce doğru meyletti. Yani emniyette bugün konuşulduğu kadar, yüzde 25, yüzde 30 cemaatçi olduğunu hiç tahmin etmem. Ama terfiyi, tayini, atamayı görevleri cemaat atayınca büyük bir kadro onlara yanaştı. Çünkü insanlar kendi menfaatlerini düşünüyor. Herkes “Ben cemaatçiyim” dedi ve onların yanına kümeleştiler. Gerçek yüzde; yüzde 5, yüzde 10… Geri kalan hepsi güç olduğu tarafa yöneldi. Bugün de ne oluyor, kim tayin terfi yapıyorsa insan o tarafa yöneliyor.

- Bir de bunun mafya boyutu var tabii.

Şimdi tabii ki mevcut hükümetin ölçüleri var. Tayin atamayı hükümet çıkarıyor ama imzayı arttıran güç kim? Eğer insanlar çalışmaları nedeniyle atanıyorsa sorun yok. Ama ölçü bu değil de dışarıdaki bir cemaat, bir grup, tarikatın etkisi varsa, herkes safını belli etmeye başlar. Şu anda insanların zihninde şu var. Yüzde 50, 60’ı şunu düşünüyor; tayin, terfi, atamada çalışma ve başarıdan çok bu gruplara yakınlık etkindir. Bunlar siyaset üzerinde etkinler bu siyaset üzerinde tayinleri çıkarabiliyorlar. Buna inandıkları için o tarafa doğru yoğunlaşmaya başladı. İşte şimdi diyorlar ki hükümet içerisinde AK Parti kadar MHP de etkin. Bu sefer MHP’ye yanaşmaya başladılar. Emniyetin bazı sorunları MHP’ye taşındı. Tayinler, terfiler ve atamalar hep MHP uğraşıyor. Niye, çünkü kadro oraya geliyor.

İster istemez emniyette MHP’li bir grup oluştu. Son zamanda Sinan Ateş olayında gördük ki MHP’de genç kadrolarda örgütlenmişler, hiçbir hiyerarşik sistemi tanımaksızın bilgi alışverişi yapıyorlar. Bir amir, “A kişisinin bana bulunduğu yer lazım, bu bilgiye ihtiyacım var” diyor. Oradaki direkt memurdan istiyor. O teknik birimi arıyor, “Şunun adresi lazım” diyor çıkartıp veriyor.

- Bu eskiden de olmaz mıydı, MHP açısından özellikle?

Yani benim bildiğim kadarıyla imkânsızdı. Mesela emniyetin bir müdürü de bu bilgiyi talep edemezdi. Asayiş’te çalışan herhangi bir güvenlik görevlisi bu bilgiyi isteyemezdi. Bunu alacak adama çok tepki gösterilirdi. Ancak İstihbarat kendi içinde yapardı ve diğerlerine de “Savcıdan, mahkemeden talimat al, biz de bilgiyi verelim” derlerdi. İkincisi mesela dışardan kadro istemeye kalkmak çok ayıpsanırdı. Bütün kadro onu ayıplardı. Bu çok ayıp karşılanan bir şeydi. Şimdi bakıyorsunuz ki herkes yukarıya gidiyor. O dairenin başkanı dahil herkes bir takım siyasi yerlere gidiyor. Eskiden genel müdürü hükümet atardı ama genel müdürün altını emniyet tanzim ederdi. Hele aşağıya hiç inilmezdi. Derlerdi ki “Planlamanızı kendiniz yaparsınız.” Milletvekillerinin polislerin torpili gelirdi ara sıra tabii ama böyle planlama yapmak, dizayn etmek mesela hiçbir İstihbarat Şube’nin planlaması siyasiden gelemezdi. O etkiyle gelen biri çok ayıp karşılanırdı.

- O zaman şöyle bir çerçeve çizdiniz; hükümet cemaatin etkinliklerinden korktu, ürktü yanına diğer dini grupları alma gereği duydu. Artı MHP’yle ittifak yapmasının etkisiyle o kadroların bir bölümüne MHP’lileri yerleştirdi ve emniyetinde yargının da içinde klikler oluştu. Peki cemaatin yarattığı tehlikeler görülmesine rağmen hala bundan medet umulması normal mi, devlet kendi kadrolarını oluşturamıyor mu, neden sürekli bu arayış?

Devletin kadroları var ama azınlık sayıda bu insanlar. İnsanlar, o gücü elinde bulunduranların yanında şubeleşiyor. Diyelim Hak Yolcular tayinde etkili. İşte ne oluyor; insanlar yanında gözükmeye başlıyor. Diyelim ki tayinler çıktı. Emniyette kimin, neden tayinin çıktığı bilinir. Der ki “Bu adamın gitmesi gereken yer burası değildi aslında.” Bunun birikimi, geçmişi burayı karşılamazdı, bu nasıl gitti, şu gruptan gitti diye duyulur bu. Yargı da aynı şekilde. Rutin dışında bir tayin çıkınca herkes diyor ki bunu şu grup yaptı. O açıdan yapılan her tayinin sebebi büyük oranda biliniyor. O bilme dolayısıyla herkes tavırlanıyor. Eğer tayin ve terfilerde büyük oranda liyakat, çalışma, başarı esas alındığı hissedilirse ona yönelir kadrolar. Ama tercih siyaset üzerinden yapılıyor. Siyaset üzerinden yapılırken de bu gruplar etkin. MHP’nin etkinliği çok fazla. Hükümetin kendi etkinliği de var siyasi parti olarak. Cemaat gruplarının bir kısmı partide de etkin zaten. Şu anda hükümet şöyle düşünüyor; “Ben bunları denetler, ben bunların hepsine hükmederim, bunlar hiçbir şey yapamaz. Ben gücüm, bunlar bana tabi olurlar.” Böyle bir düşünceleri var bana göre. Oysa “Şimdiden sonra herkes sadece devlete itaat edecek” deseydi, böyle bir şey demedi. Tam tersine tayin ve atamalarda belli oranda siyasetin ve bu dini grupların etkinliklerinin olduğu belli ve herkes biliyor.

- Siz de görevdeyken yazdığınız kitapta, bir tarikata yakın olduğunuzu açıkça belirttiniz.

İkinci kitaptı o. Şimdi onu şöyle yazmak mecburiyetinde hissettim. Benim hiçbir şeyimin gizli saklı olmaması lazım diye düşündüm. Çünkü saklı olan her şey duyulur, insanlar arasındaki itibarınızı sarsarsınız. Ben o insanlarla tanışmıştım, konuşmuştum. Siyasetin dışında, menfaatin söz konusu olmadığı konuşmalardı. Ben bunu saklasam ne olurdu, devlet yine öğrenirdi. Aslında o tarikatla da yazacak kadar da bir ilişkim yoktu ama yazmasam da bu çok yanlış kullanabilirdi. Şimdi onlarla da irtibatım kalktı. Baktım onlar AK Parti’ye yanaşıyor. Dedim ki "Eleştireceksiniz, yanlışa yanlış demek lazım." Yapmadılar. Cemaat için de öyleydi. Ben vakti zamanında onları tanıdım, onlarla irtibatım da oldu. Hatta benim çocuklarım onların okullarında da okudu. Ama hepsinin parasını da tıkır tıkır ödedim. İyi bir eğitim vermeye çalıştım.

- Peki bu sistemin sürdürülmesi, hükümetin o tavrı koymaması risk değil mi?

Ben şuna inanırım devleti, devletin yasalarına uygun biçimde devletin kadroları yönetir. Bunun dışındaki her yöntem devlete zarar verir. Bunun için illa bir cemaatin çıkmasına bir grubun türemesine gerek yok. Türk insanı tarihsel olarak devlete bağımlı, devlet ne yaparsa kabul eden bir yapıda olduğu için az tepki gösterdi olanlara. Yoksa cemaat gibi yapılar ülkeyi parçalar.

Ayhan Bora Kaplan dosyası, Sinan Ateş dosyası gösterdi ki mafyatik gruplarla emniyetin içerisindeki bazı isimlerin aktif bir ilişkisi var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz 1990’larda “Yeşil kimin adamı?” diye konuşuyorduk. Şimdi bakıyorsunuz mafyatik bir grup darbe gecesi sokağa çıkıyor bakanın yanında. 10 yılda dehşet bir şekilde büyümüş. İstanbul’da dünyanın önemli mafya baronları, uyuşturucu baronları yakalanıyor. Biz nasıl bu noktaya geldik, nasıl normalleşti bu iş bu kadar?

Şimdi aslında her zaman mafyayla bağlantılı emniyet mensupları vardır. Ama bu bugünkü kadar yaygın ve gelişkin değildi. Daha dar kapsamlı, daha az sayıdaydı. Bir defa farklı çalışmaya başlarsınız burada sınır olmuyor. Şimdi Susurluk döneminde bazı kamu görevlilerine hukuk dışı işlem yaptırdılar. Bu defa aynı insanlar başka yanlışlar da yapmaya başladı. O yanlışlara da müdahale edemiyorsun, çünkü daha önce hukuk dışı bir işte kullanmışsınız. Daha önce demişsiniz ki; “Gidin şu adamı alın, kaçırın, dövün, atın, hapsedin, kırın” demişseniz, burada kullanmışsanız yarın bir gün bu adam başka bir işte hukuksuzluk yaparsa, kanunsuzluk yaparsa, rüşvet yerse, onunla ilgili işlem yapmakta zorlanırsınız çünkü. Niye; o adamı bir işte kullandınız; adam onu konuşmaya başlayabilir. Devlet darbe esnasında baktı ki devletin bütün kurumları sarsıldı ve tüm kurumların siyaset etrafında kümeleşme ihtiyacı oldu. Şu anda bütün devlet kurumları siyasi yapının ayakta kalması için uğraşır hale dönüştü. Bu kendiliğinden oluştu.

- Peki buna rağmen nasıl skandallar ortaya çıkıyor?

Bu işleri birileri başlatırsa kimse doğru başlayan bir şeyi “Yapmayın, durdurun” kolay kolay diyemez. Eğer siz yaptığınız işte meşruysanız o zaman en güçlü adamsınız. Devlet içinde rütbeler, makamlar insanları güçlü hale getirebilir ama meşruluğunuzu kaybettiğiniz zaman hiçbir anlamı kalmaz. Bir dönem İzmit Emniyet Müdürünü bir komiser muavini tutukladı. Normalde komiser muavini emniyet müdürünün karşısında çıkıp konuşamaz, çekinir. Şimdi de bazı soruşturmaları herhangi bir birim başlatırsa o haklı olduğu için ne kadar korumak isteseler de öyle kolay kolay durduramıyorlar. İkinci etken ise konjonktür zaman zaman değişiyor. Türkiye’de bakan değişikliği sadece bakanı değil, bir zihniyeti de değiştirir. Mesela Sadettin Tantan Bey’in gelişi bir zihniyeti değiştirmiştir. Süleyman Soylu’nun gidişiyle birlikte yeni bir değişiklik oldu. Bu değişiklik bence parti içinde oluştu. Yeni gelen bakan partideki atmosferi emniyete taşıdı. Önümüzdeki dönem yeni bir kadroyla değişimin süreceği kanaatindeyim. Çünkü alttaki memurlar sizden habersiz çok kritik bilgileri bir yerlere taşıyorlar. Bu az gibi gözüküyor ama yarın bir gün çok vahim bir durumda kullanıldığında buna karşı tedbir almak mecburiyetindeler. Bu tahmin edilemeyecek kadar zararlı........

© T24