menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ah İran! Ah Almanya!

27 12
20.04.2024

Diğer

20 Nisan 2024

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi.

Bundan yaklaşık iki yıl önce İran’da 3 hafta geçirdim. Biraz turistik biraz da ülkeyi tanıma amaçlı bir geziydi. Almanya’daki en yakın arkadaşlarımdan bazıları İranlı çünkü. Bu geziyi onlardan biri ile yapmak ülkeye hem içerden hem de dışarıdan bakma şansı verdi bana. İran’ın, arkadaşım Neda’nın tabiri ile "mollaların daha az uğradığı" güneyini gezdik. Tahran, Kum, Kaşan, Yezd, Şiraz ve Hürmüz eyaleti istikametimizdi. Elbette Pers imparatorluğunun başkenti Tahd-ı Cemşid yani Persapolis’i de ziyaret ettik.

Yezd’a vuruldum, Şiraz’ın, turistik yapısına rağmen daha muhafazakar olması beni şaşırttı, Hürmüz adası hafızama “sonsuz huzur” olarak kazındı. Ne zaman strese girsem Hürmüz geliyor aklıma. İran’da beni en çok etkileyen doğal ve tarihi güzelliklerden ziyade insanlar oldu. Bütün baskılara rağmen sıcakkanlı, meraklı ve sosyaldiler. Yurt dışına gitmek yerine ülkede kalmayı bilinçli bir şekilde seçen pek çok gence rastladım. Bu gençler arasında kadınların sayısı bir hayli çoktu.

2 şeyi garipsedim, biri yüz estetiğini abartmış kadınlar, diğeri kadın gibi raks eden erkekler. Bunun nedeni belliydi, kadınların yıllarca açık kalan bir tek yüzleri vardı, toplu yerlerde dans etmeleri yasak olduğu için onların kıvraklığı da erkeklere kalmıştı. Ama toplumun için için kaynadığını görmemek mümkün değildi, çok sayıda kadın başörtüsünü olduğunca gevşetiyor ya da şapka takıyordu. Gizli düzenlenen partilerde alkol su gibi akıyor, müzik ve dans vazgeçilmez görünüyordu. Arkadaşıma, “Bak buraya yazıyorum, bu kadınlar bir seneye kalmaz başörtülerini atarlar” dediğimi anımsıyorum. Jin, Jiyan, Azadi hareketi beni haklı çıkardı. İçimde bu umuda rağmen derin bir sızı hissettiğimi de söylemeliyim. Halkın çaresizliği, sıkışmışlığı ve gizlemeye çalıştığı mutsuzluğu acıtıyordu içimi. 3 hafta boyunca “Eve dönünce İran halkı için bağıra bağıra ağlayacağım” diye düşündüm. Çünkü ben “Böyle giderse İran’a benzeyeceğiz” korkusu ile büyüyen bir neslin çocuğuyum.

Hal böyle olunca kafamda hep bu soru dolandı durdu. Yanıtı çok açıktı. İran’a benzemeyiz, daha baskıcı ve daha antidemokratik, daha muhafazakar oluruz. Çünkü İranlı mollalar eğitime fazla dokunamamışlar, bu sayede özellikle kadınlar Türkiye’dekilerden daha eğitimli ve kültürlü olma şansına sahip olmuşlardı.

Farsi şairlerin mezarları bırakın taşlanmayı, çoluk çocuk ziyarete gelmiş aileler ile dolup taşıyordu. Tahran Üniversitesi Tıp Fakültesi mesela hala uluslararası alanda üst sıralarda yer alıyordu. Üstelik İranlıların protesto kültürü, bizimkilerden çok daha gelişmişti. Biz Türkiye’de duymasak da, ki bunun bilinçli olduğunu düşünüyorum, İran’da halk sık sık sokağa dökülüyordu. 2009’daki Yeşil Hareket, hala süren Jin, Jiyan, Azadi kadın hareketi bunu en iyi anlatan iki örnek. Saçının bir kısmı göründü diye ahlak polisi tarafından gözaltına alınan ve gördüğü şiddet yüzünden hayatını kaybeden Kürt kökenli Mahsa Amini’nin yaktığı ateş için için de olsa hala yanıyor. Gündemden düştüğü ya da İran ile uluslararası ilişkiler en çok nükleer silahlara kilitlendiği için duymuyor, bilmiyoruz.

İsrail ile İran arasındaki gerginlik arttığında aklıma ilk gelen, sadece İsrail değil İran........

© T24


Get it on Google Play