menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir “muz cumhuriyeti” hikâyesi: Honduras’ta seçimin galibi Trump mı?

21 20
14.12.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

14 Aralık 2025

Başkanlık seçimine ABD müdahalesi, tartışmalı oy sayımı, siyasi kaos ve protestolar…

10 milyon nüfuslu Orta Amerika ülkesi Honduras’ta 30 Kasım Pazar günü yapılan seçimin ardından belirsizlik ve tartışmalar sürüyor.

Honduras, “muz cumhuriyeti” denilince akla gelen ilk ülkelerden biri. Dahası, Honduras, “muz cumhuriyeti” kavramının icat edilmesine vesile olan ülke.

Bu terimi ilk kez, Amerikalı yazar O. Henry, 1904’te yayımlanan “Lahanalar ve Krallar” (Cabbages and Kings) adlı öykü kitabında kullandı. Honduras’ta altı ay yaşamış olan yazar, kendi deneyimlerinden ilham alarak, “Amiral” (The Admiral) adlı öyküsünde “Anchuria” diye hayali bir ülke kurguladı ve bu ülkeden “küçük, deniz kıyısında bir muz cumhuriyeti” olarak söz etti.

O. Henry, ülke siyasetinde ve ekonomisinde United Fruit Company adlı ABD’li meyve şirketinin etkisine gönderme yapmak için bu terimi ortaya attı. Az gelişmiş, tek bir ürüne bağımlı, ABD’li bir tekelin çıkarları doğrultusunda yönetilen bir ülkeydi onun gözlemlediği Honduras.

1900’lerin başlarından bugüne elbette çok şey değişti. Ancak süregelen yapısal sorunlar da var. Honduras artık sadece muz ihracatına dayalı bir ekonomi değil, fakat dış ekonomik bağımlılık devam ediyor. Bugün Honduras’ı organize suç, siyasi yolsuzluk ve derin yoksulluk sarmalında mücadele eden, yoğun göç veren, demokratik kurumları krizle karşı karşıya olan bir Orta Amerika devleti olarak tanımlamak mümkün.

Günümüzde “muz cumhuriyeti” tabiri, hukuksuz, siyasi ve ekonomik olarak istikrarsız, zayıf kurumlara sahip devletleri ifade eden bir aşağılama terimi olarak kullanılıyor. Hatta zaman zaman Türkiye’nin de bir “muz cumhuriyeti” olup olmadığı tartışılıyor.

Bu açıdan Honduras’ın hâlâ bir “muz cumhuriyeti” olarak görüldüğü söylenebilir. Son seçimin ardından ülkenin içine girdiği siyasi kriz ortamının da bu imajı güçlendirdiğine kuşku yok. Bugün Honduras’ta olan biteni anlayabilmek için tarihte “biraz” geriye gitmek gerekiyor.

Honduras, Orta Amerika’daki diğer “muz cumhuriyetleri” gibi ABD’nin “arka bahçesi” olarak gördüğü bölgede yer alıyor. “Arka bahçe” tabiri, her ne kadar klişeleşmiş olsa da sadece laftan ibaret değil. Bu bölge, 1898’deki İspanyol-Amerikan Savaşı’ndan galip çıkan ve bölgedeki üstün konumunu pekiştiren ABD’nin sayısız askerî işgal ve operasyonuna maruz kaldı.1934’te “İyi Komşuluk politikasının ilan edilişine kadar bölgede süren ABD müdahaleleri “Muz Savaşları” olarak anıldı.

ABD, 1903-1925 yılları arasında Honduras’ı yedi kez işgal etti. Bu müdahaleler genellikle United Fruit gibi ABD meyve şirketlerinin çıkarlarını koruma ve bölgeyi ABD etkisine yakın tutma amacını taşıyordu.

1929’daki Büyük Bunalım’ın ardından askerî operasyonlar ABD için fazla masraflı hale gelmeye başlayınca müdahaleler, bölgedeki “iyi komşular” (Batista, Trujillo ve Somoza gibi diktatörler) aracılığıyla devam etti. Ta ki Soğuk Savaş döneminde komünistler “iyi komşuların” sonunu getirine kadar. 1959’da Batista rejimini yıkan Küba Devrimi’ni, ABD’nin sert askerî müdahaleleri izledi. 1965’te Trujillo’nun öldürülmesinin ardından Dominik Cumhuriyeti’ne gönderilen 20 bin askerlik dev birlik, Muz Savaşları’ndan bu yana ABD’nin bölgeye yaptığı en büyük askerî müdahale oldu.

Latin Amerika ülkeleri, Soğuk Savaş boyunca komünizmi çevrelemek isteyen ABD’nin desteklediği askerî darbelere sahne oldu. Ne var ki tam da Soğuk Savaş’ın son on yılına girerken, ABD, “arka bahçesinde” bir devrimle daha karşılaştı. 1979’da Honduras’a komşu ülke Nikaragua’da Sandinistalar, Somoza’yı devirdiler. Bunun üzerine Reagan yönetimi, Sandinistalara karşı CIA destekli kontrgerilla savaşı başlattı. Honduras, bu dönemde ABD için önemli bir üs haline geldi. 1981’de Honduras’ta açılan ABD’nin Soto Cano Hava Üssü, Amerikan askerî stratejisinin bir parçası olarak kullanıldı.

Soğuk Savaş’ın ardından Latin Amerika genelinde yükselen sol dalgaya Honduras da katıldı. Kasım 2005’te, liberal aday Manuel Zelaya, yüzde 52 oyla devlet başkanı seçildi. Başlangıçta siyasi yelpazenin ortasında yer alan bir iş insanı olan Zelaya, zamanla sola kayan politikalar benimsemeye başladı. Özellikle Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chávez’in kurduğu ALBA (Latin Amerika Halkları için Bolivarcı İttifak) bloğuna katılma kararı, Zelaya’nın giderek radikalleşeceğine dair önemli bir işaretti. 2009’da Zelaya, yine Chávez’in izinden giderek, yeni bir anayasa yapmak için referanduma gitmeye hazırlanırken askerî bir darbe ile devrildi.

Zelaya’nın iktidardan düşürülmesi ve sürgüne gönderilmesi, Soğuk Savaş sonrası Latin Amerika’daki ilk başarılı darbe olarak kayıtlara geçti. Bundan önce 2002’de Chávez’e yönelik bir askerî darbe girişimi olmuş, ABD’nin desteklediği darbe başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Barack Obama yönetimi ilk başta Honduras darbesinin yasal olmadığını ve meşru devlet başkanının Zelaya olduğunu açıkladı. Fakat kısa süre içinde ABD’nin pozisyonu değişmeye başladı. Dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Zelaya’nın ordu tarafından görevden alınmasının “askerî darbe” olarak tanımlanamayacağını ve Honduras’ta yeniden seçime gidilmesi gerektiğini açıkladı. Oysa sonradan WikiLeaks tarafından sızdırılan diplomatik yazışmalar, Honduras’taki ABD Büyükelçiliğinin darbeyi “yasadışı” ve “anayasaya aykırı” olarak tanımladığını ortaya koyuyordu.

Dahası, WikiLeaks belgeleri, Zelaya’nın görevine iade edilmesi için diplomatik kanallar arayan Amerika Devletleri Örgütü’nün (OAS) çabalarını engellemek isteyen ABD’nin baskı yaptığını da gösteriyordu. Buna göre Obama yönetiminin stratejisi, Zelaya’yı siyasi olarak devre dışı bırakmak ve kendi desteklediği adayın iktidara gelmesi için hızla seçimin önünü........

© T24