Akademinin surları, hayal-et’leri

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

28 Eylül 2025

Atina Okulu, Raffaello Sanzio (1509-1511)

“Sessizlik, ağza alınmayanın, söylenmeyenin, bastırılanın, silinenin, duyulmayanın oluşturduğu bir okyanus; konuşmasına izin verilenlerin, söylenebilenlerin ve dinlenenlerin oluşturduğu dağınık adaların etrafını çevreliyor.”

Rebecca Solnit/Tüm Soruların Anası

Bana sorarsanız “şimdi” diye bir zaman yok.

Yalnızca ölüm, felaketler ve hayaletler “şimdiki zaman” da gerçekleşiyor çünkü bunlar, dünü de olası bir yarını da şimdinin belirliliğine kilitliyor.

Şimdi, tüm dünya görüşümün dünyayı görerek sarsıldığı, ölülerin sesine kulak kesildiğim bir “hayal-et”ler mezarlığındayım.

Ve bu sarsıntıya yol açan bireysel yaşanmışlıkların seslendirilmesinin her zamankinden önemli olduğunu düşündüğüm bir sukûnet halindeyim.

Çünkü, tüm bu uğursuzlukları, güç ilişkilerini altüst edecek tek şey var, o da anlatmak, uçup gideceğinden kaygılansak da bir yerlerde kök salacağını umarak anlatmak.

Çünkü, görünür olmayanın, görünenin cilasını dökemediği yerde sessizlik bir insanlık suçudur.

Bir türlü akademi kavramıyla bağdaşamayan yüksek öğretim kurumları uzunca bir süredir ne öldürüyor ne onduruyor, tam bir hayaletler mezarlığı.

Aslında en başından ya da benim dahil olduğum an’dan itibaren de yüksek surlarla çevrelenmiş bir çöl gibiydi.

1992 yılında henüz uzmanlık eğitimini tamamlamış bir hekimken önümde iki yol belirmişti; yalnızca hekimlik ya da bir üniversitede akademik kariyer yapmak.

Hekim olmam annemin, akademik kariyer yapmam ise babamın düşüydü.

Ve o vakitler yeni şehirleşen, yüzünü uygarlığa henüz çeviren bir ülkenin seçilmiş bürokratları, çocuklarını bir hamur gibi yoğurup şekillendirirdi.

Kendi özgürlük sınırlarını çizecek katılıkta bir terbiyeden geçirilmiş bizlerse özgürlüğü, etraftaki ülkelerdeki kapalılıktan, eğitim hakkından yoksun bırakılmaktan kurtulmak, Batı değerlerine sahip çıkmak zannedecek sığlıktaydık.

Tıp ekosisteminden kimsenin çocuğu veya yakını değildim, kendi başıma becermek zorundaydım.

O vakitlerde de nepotizm hüküm sürerdi ama bir gıdım utanmak ve adalet duygusu bulunduğu için benim gibi çok gayretli olanları göz ardı etmezlerdi.

Elbette hiç değilse onlarla aynı mahalleden olmam da işimi bir parça kolaylaştırıyordu.

Zaten ben de kimsenin pek ilişmediği bir branş olan İnfeksiyon Hastalıkları’nı seçmiştim.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, sıtma, frengi, verem, tifüs gibi hastalıklarla boğuşan ülkedeki az sayıda hekimden asker kökenli olanlar tarafından kurulmuş bir bilim dalıydı.

Eril, muhafazakar bir disiplindi.

Başlangıçta sevmedim, alışamadım.

Bizim gibi ülkelerde, şans faktörü çok önemlidir ve o şans genellikle karşınıza bir insan kılığında çıkar.

Benim bulunduğum fakültede, İnfeksiyon Hastalıkları, başka ülkelerde çalışmış, bulunduğu askeri ortamla uyum sağlayamamış, İngilizcesi ve Almancası iyi, bilimsel düşünme yöntemini içselleştirmiş bir hoca........

© T24