Diğer
10 Mayıs 2024
“Araplara Satılan Kızlarımız” bir kitabın başlığı. Yazarı Neriman Cahit. Toplam 684 sayfada yüz yüze görüşmeler, gazete arşivleri, mektuplar, resmi belgeler, anlatılar, tarih ve coğrafya bilgileri içeriyor.
2011 yılında yayınlanan bu kitap, kendilerinden çok büyük yaştaki genellikle Filistinli ve Ürdünlü erkeklere çocuk yaşta satılan kızların acı öyküsünü anlatıyor. Lübnan, Mısır ve Suriye gibi başka Arap ülkelerine satılan kızlar da var.
Kitap şöyle başlıyor: “Acı... Acının derini... Daha da derini... Bunlar nasıl anlatılır ki sözle.” Bu kızların çoğu, doğdukları yerden haber alamadan, ailelerini bir daha göremeden acılar içinde ölüp gitmişler. Büyük çoğunluğun cenazelerinin nereye gömüldüğü bile belli değil.
Üstelik, bir bölümü yeni geldikleri topraklara alışamadan göçmek zorunda kalmış, bir daha yollara düşmüş. Çünkü getirildikleri topraklara, Filistin’e, Yahudi yerleşimi başlamış. Kitap bu konuda da birinci elden bilgi veriyor.
Satılanlar, Kıbrıslı Türk kızları. Yaşları çoğunlukla 12-14 arasında. Satışların 1918-1919’da başladığı anlaşılıyor ve 1950’ler sonuna kadar sürüyor. Toplam sayıları yaklaşık 5 bin tahmin ediliyor.
Bu satışlar başlarda dikkat çekmiyor, suskunluk var. Ama sonra gittikleri yerlerden çok acı, üzücü haberler geliyor. Geneleve verilmiş veya düşmüş olanlar, kuma olduğu ortaya çıkanlar, açlık ve sefalet içinde ölenler var. Kıbrıs Türk toplumu sarsılıyor.
Satılan kızlar için ağıtlar yakılıyor. Kitapta bu ağıtlardan birinin şöyle bir dörtlüğü yer alıyor; Cahit (2011, s. 169).
Baba beni satma ele / Yanağımda toydur gamze / Bırak, önce annem sevsin / ‘Kızım’ diye öpe öpe
Bu kızlar Araplara neden satıldı? Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Bu yazının bir amacı sorunun yanıtlarını Neriman Cahit’in çizdiği çerçevede ele almak. İkinci bir amacı ise bugünler için dersler çıkarmak. Bugünler deyince, bendeki çağrışımları belirteyim.
Aynı değil elbette ama, “kızları satmak” deyince aklıma “üzerinde bayrak olan TC kimliklerini satmak”, “Cumhuriyet’in bin bir özveriyle kurduğu fabrikaları satmak”, “limanları satmak”, “toprakları satmak” geliyor. Bu satışlar neden oldu, oluyor?
Bu yazıyı yazdıran, satışlarla ilgili sorular ve satışların nedenleri. Zaman, mekan ve taraflar farklı olsa da, nedenler benziyor.
1) Büyük ve kitlesel yoksulluk;
2) Eğitimin dinci ögelerle süslenip çağdaş olmaktan çıkarılması;
3) Kadınlara yönelik ayrımcılık.
Satılan kızların önemli bölümü Filistin ve Ürdün’e götürüldüğü için, kızların anlattıklarından 1930’larda ve 1940’larda Filistin-İsrail konusunun nasıl geliştiğini de öğreniyoruz. Bilindiği gibi, bu konuda şu iki soruda saklı iki farklı görüş var.
Filistinliler topraklarını para karşılığında Yahudilere satıp başka ülkelere göçüp gittiler mi? Yoksa, Yahudiler tarafından, İngiltere ve ABD gibi destekçilerinin de yardımıyla, topraklarından zorla ve tehditle sürüldüler mi? Kızların anlatılarından bu konuda tarafsız bilgiler ediniyoruz.
Şimdi kızların satışının nedenlerini tarihsel ve kültürel arka planı ile birlikte ele alalım.
Osmanlı Kıbrıs’ı 1571’de topraklarına kattı. Bu tarihten sonra çoğunluğu Karaman, Beyşehir, Ürgüp, Niğde, Aksaray olmak üzere Anadolu’dan adaya Türkler yerleştirildi. Ayrıca, Akdeniz ve Ege bölgesinden yörük aileleri de adaya yerleştiler.
Anadolu’da olduğu gibi, adaya yerleşen Türklerin çok büyük çoğunluğu tarımla uğraşıyordu. Hava koşulları ve tarımsal üretim kötü gittiğinde Türkler borçlanmak zorunda idiler. Borçlanmak isteyince araya tefeciler giriyordu.
Adadaki Türkler, zaman zaman, tefecilere kaptırdıkları veya kaptırmak istemedikleri topraklar için kadılara (mahkemelere) başvuruyorlardı.
Ticareti ise çoklukla adadaki gayrimüslimler ve Doğu Akdeniz’in Filistin, Lübnan, Mısır, Ürdün gibi diğer bölgelerinden gelen Müslüman Araplar yapıyordu. Arapların bazıları Kıbrıs’taki liman kentlerine yerleştiler. Türklerle evlenenler de vardı.
Araplar hem Müslüman/dindaşlar, hem zengin tacirler olarak görülüyordu. Türkler arasında itibarlı idiler yani. Bugünün Arap finansörleri, fonlayıcıları gibi.
Osmanlı’da devlete ilişkin idari, hukukî ve mali yapılanmalar ve işlemler dinî esaslara göre yapılıyordu. Anadolu’da olduğu gibi, Kıbrıs’ta da eğitim din temelinde ve vakıflar aracılığıyla yürütülüyordu. Bakınız Gökal ve Dağlı (2015) ve Sözgün (2015). Tarikat ilişkisi de olan vakıf sistemi, Tanzimat'a kadar devam etti.
Eğitimin ilk basamağında ilkokula karşılık gelen Sıbyan Mektebi vardı. Bu okulda önce zorlanarak da olsa Arapça-Osmanlıca okuma-yazma öğretiliyor, sonra Kuran-ı Kerim ezberletiliyor ve İslam'ın kuralları süreki tekrarlatılıyordu. Anlamadan da olsa Kuran-ı Kerimin en az bir kez hatmedilmesi (baştan sona okunması) gerekiyordu.
Osmanlı, Sıbyan Mektepleri'nin eğitimi yapamadığını kabul etti ve bunların yerini Tanzimat'la birlikte İptidai Mektepleri almaya başladı. İptidai Mekteplerde okuma yazma ve din derslerine, giriş düzeyinde tarih, coğrafya ve aritmetik dersleri eklendi.
Yine Tanzimat'tan sonra ortaokula karşılık gelen Rüştiye Mektepleri eğitim öğretime başladı. Rüştiyelerde Arapça, dini bilgiler ve Kuran-ı Kerimin ezberlenmesi ve hatmi yanında aritmetik ve tarım gibi dersler okutuluyordu. Kıbrıs’ta kurulan ilk rüştiye Selimiye Rüştiyesidir. Gökal ve Dağlı (2015) ve Sözgün (2015).
Sıbyan (ve sonra İptidai) Mekteplerinin bir üst düzeyini oluşturan Medreseler, Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren vardı. Bunlar ortaokul-liseye (bazen de yüksek okula) karşılık geliyordu.
Medreseler daha ileri derecede dinî ve genel eğitim vermeye çalışan okullardı. Bu okullarda Arapça cümle yapısı, Fıkıh, Fıkıh felsefesi, İleri din bilgisi, Matematik, Felsefi düşünce, Tarih ve Coğrafya gibi dersler veriliyordu. Kıbrıs'ta ilk medrese (Büyük Medrese) 1573 yılında Lefkoşa’da açılmıştı.
Osmanlı ülkesinde ve haliyle Kıbrıs’ta eğitim sisteminin şu özellikleri dikkat çekiyordu.
1- Çok az sayıda Türk çocuğu okula gidebiliyordu. Özellikle kızların........