Bazıları Trump'ı neden Pers Kralı Cyrus'a benzetirler?

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

19 Ekim 2025

Amerika’da 2018 ara seçimlerinden yaklaşık bir ay kadar önce binlerce sinema salonunda yönetmenliğini Stephan Schultze’nin yaptığı “The Trump Prophecy -Trump Kehaneti” adlı film gösterilir. Filmin konusu, eski bir itfaiyeci olan Mark Taylor’un, “Tanrı’nın yıllar önce kendisine Donald Trump'ın Başkan olacağını fısıldadığı” şeklindeki hikayesidir. Amerikalı Evanjelistler* Trump’la ilgili bu hikayeyi pek severler. Onlar, Trump’ı ilahi bir yaklaşımla Pers Kralı Cyrus’a da benzetirler. Trump’ın 13 Ekim günü Tel Aviv havaalanına indiği anda İsrailli fanatikler tarafından “Cyrus yaşıyor” sloganları ile karşılandığı gibi. Hikayesi İncil’in 45 numaralı Bölümünde, Isaiah’ta saklıdır**…

Büyük devletler 1: Rusya’nın imperyal ideali

1517 yılından itibaren barışçıl bir şekilde Osmanlı hakimiyetinde kalan Kudüs ve kutsal topraklar neden ve ne zamandan beri büyük devletlerin sorunu olmaya başladı? Bu soruyu her hatırladığımda nedense aklıma 1846 yılı Paskalya (Easter) Bayramı sırasında Kudüs’te, Kutsal Sepulchre Kilisesi içinde yaşanan iki, üç belki de dört taraflı anlamsız katliam gelir. Sorunun ilk kaynağı Rusya’dır.

O yıl Easter Bayramı Ortodokslar ve Latinler için tesadüfen aynı günlere denk gelir. Hacıların büyük bir kısmı Rus Ortodokstur. Rusya’dan uzun bir deniz yolu ile gelerek, Yafa Limanı’nda karaya çıkmışlar, deve ve eşeklerle kutsal topraklara ulaşmışlardır. Yanlarında getirdikleri süslemeli haçları ve diğer kutsal işlemeli dini hediyelikleri Avrupa’dan gelen hacılara satmak suretiyle masraflarını karşılamayı planlarlar.

1515 yılında “prope sepulchre domini-İsa’nın Mezarı” adıyla inşa edilen Kutsal Sepulchre Kilisesi’nin hemen yanındaki ana meydan yapılacak törenler öncesinde her çeşit meyve ve sebzenin satıldığı, hediyeliklerin tezgahları süslediği bir panayır yeri haline gelmiştir. Bulutların arkasından çıkan güneşin aydınlattığı meydanda deve, eşek ve öküz pisliklerinin neden olduğu ağır koku bu güzel ortamı gölgeleyen tek şeydir.

“Good Friday-Kutsal Cuma” günü bir çoğu cüzzamlı dilencinin yırtık, pis kokan kıyafetleriyle pazar ve ana meydanda gelişi güzel dolaşmaları ve hacılara dokunmaya çalışmaları sayıları gittikçe artan kalabalıkta ciddi bir tedirginliğe yol açar. Varlıklı hacılar Türk rehberlerine sığınmayı tercih ederek, onların sopalarla açtığı yolda kiliseye doğru yürümeye başlamışlardır bile.

Bayramın her iki inanış için de aynı günlere denk gelmesi kalabalığı bir anda rekor seviyeye çıkarmıştır. Kudüs’te Paskalya Bayramı kutlamasının özelliği, İsa’yı sembolleyen haçın dini liderler tarafından kilisedeki yerine törenle takılmasıdır. Her iki mezhep de bu ritüelin kendileri tarafından icra edileceği beklentisinde olduğu için tedirginlik had safhadadır.

O gün, yani “Kutsal Cuma” günü, kilisenin kapısına beyaz astarlı altar giysisi ile gelen Latin papaz, ipek giysili Ortodoks papazın kendisinden daha önce davrandığını fark edince çok sinirlenir. Hemen yanına giderek, Padişah’tan bu tören için bir ferman alıp almadığını sorar. Karşı tarafın hiddetle benzer bir soruyla karşılık vermesi üzerine önce papazlar arasında başlayan tartışma, birden her iki inanıştaki insan selinin de karışmasıyla ölümcül kavgaya, hatta bir savaşa dönüşür. Haçlar, şamdanlar ve dini sembollerle yapılan karşılıklı saldırı, sonradan kiliseye kaçak sokulan silahların patlatılmasıyla kırktan fazla Hristiyan hacının ölümüyle sonuçlanmıştır.

Osmanlı Valisi Mehmet Paşa, önceki yıllarda kilisenin giriş ve ibadet bölümünde aldığı önlemlerle düzeni kolaylıkla sağladığı halde, 1846 yılında dini takvimlerin çakışmasından kaynaklanan bu faciayı engelleyememiştir. Bu olay tüm dünyaya en kötü ve abartılı hikayelerle aktarılacaktır.

Sonraki yıllarda her iki Hristiyan inancına mensup hacı kafileleri arasındaki rekabet had safhaya ulaşacaktır. Bu olaydan sonra Latinler, Ortodoksların kendilerine garip gelen ibadetlerinden, kullanılan buhurdanlık ve kokularından nefret ederler. Türklerin himayeleri altındaki dindaşlarına Ruslardan daha hoşgörülü olduğu fısıltısını yüksek sesle konuşmaya başlarlar. İngiltere parlamentosunda David Urquhart gibi vekiller Türkler lehine ateşli konuşmalar yaparak, Rusları kötülerler. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren dini alanda ortaya çıkan bu husumet, rekabetin diğer alanlara sıçramasına yol açtığı gibi yıllardır dost olan Fransa ve Rusya’nın birbirlerine kanlı bıçaklı düşman olmasına da neden olur. Bu rekabette İngiltere, Fransa’nın safhına geçer. Sonrasında 1854 yılında kalkışılan ve bir milyona yakın insanın öldüğü Kırım Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu ile yan yana savaşarak Ruslara haddini bildirirler.

Sonuçta, Osmanlı toprağı olan Kudüs’te de büyük bir rekabet kendisini göstermeye başlamış, mücadeleye karışanların sayısı hızla artmıştır. İngilizler bölgede Anglikan Kilisesi'ni resmen kurarken, Avusturyalılar Katolik Fransiskan mezhebinin yazılı gazetelerini basmaya başlamış, Fransızlar konsolosluk açarak diplomatik alanda öncülük ederken, Papa 9. Pius, son Haçlı seferinden tam yedi yüz yıl sonra Kudüs’te ilk Latin dini temsilciliğini açarak, bu ülkelerden geri kalmamaya çalışmıştır. Rusya, bu güç savaşında hasta adam diye tanımladığı Osmanlı İmparatorluğu ile 1774 yılında imzaladığı Küçük Kaynarca Antlaşması’nın “Rusya, Osmanlı toprakları içindeki tüm Ortodoksların temsilcisi olarak onların haklarını korumakla yükümlüdür” ifadesini oldukça geniş anlamda yorumlayarak kutsal topraklardaki saldırgan tutumuna ve girişimlerine meşruiyet kazandırmaya çalışmıştır.

Sultan Abdülmecit, Ramazan ayının ilk gününe tesadüf eden 13 Temmuz 1849 Cuma günü Ayasofya Camisi'ne gitmek üzere Topkapı Sarayı'nın İmparatorluk Kapısı'ndan çıkış yapmaktadır. Top atışları ile muhteşem bir şekilde selamlanan padişahın yanında yaya olarak vezirleri ve yakın korumaları bulunmaktadır. Sultanın heyecanla görmek istediği şey, yeni tamamlanan önemli bir restorasyon çalışmasıdır. Ayasofya Camisi 1453 yılındaki fetihten sonra ilk defa restore edilmiştir. Yaklaşık dört yüz yıl boyunca duvarlarındaki sıvaların iyice döküldüğü, ahşap kapıların çürümeye yüz tuttuğu bina, harika bir çalışma ile restore edilerek padişahın görüşüne hazır hale gelmiştir.

Restorasyonu yapan iki İsviçreli mimar Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşler caminin önünde heyecanla beklemektedirler. Girişe yaklaşan padişahı eğilerek karşılarlar. O gün, o zamana kadar sürdürülmekte olan bir dini gelenek terk edilmiş, iki Hristiyan'ın İslami bir törene katılmalarına ve camiye girmelerine izin verilmiştir. Her iki mimar restorasyonla ilgili bilgi vermek üzere cami içinde sultana eşlik edeceklerdir.

Fossati kardeşler, bir kaza eseri Ayasofya tavanındaki sıvaların kalkmasıyla ortaya çıkan orijinal figürleri Abdülmecit’e gösterdiklerinde Sultan’ın çok heyecanlandığı söylenir. İşin ilginç yanı, her iki mimar kardeşin daha önce uzun yıllar St. Petersburg’ta Rus Çarlığı adına çalışmış........

© T24