Fem Güçlütürk: Bitkilerle ilgilenmek, ne almaya hazırsan onu veriyor sana; hayat gibi

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

05 Mayıs 2024

Beton yığınlarıyla çevrili şehir yaşamının sıkıntılı havası ne zaman katlanılamayacak seviyeye gelse, doğanın huzur veren kucağına doğru bir kaçış başlıyor. Devasa ağaçların gövdesine yaslanıp yaprakların hışırtılarını ve onlara eşlik eden kuş seslerini dinlemek, tüm yorgunluğumuzu ve stresimizi alıp götürüyor. Peki, o ağacın sesini gerçekten duymayı denediniz mi? Belki de hakikat o seste saklıdır!

Bitkilerle maceram başlayalı çok olmadı. İlk başladığımda Türkçe kaynak yoktu ve yabancı kitaplardan besleniyordum. Fem Güçlütürk'ü de o dönemde keşfettim. Online ders veriyordu. Derslerinde sadece bitkileri değil, bir canlıya nasıl bakılır ve doğanın bize kattığı değerleri samimi, içinden geldiğince anlatıyordu. Üstelik sadece anlatmıyor o hayatın içindeydi de. Kitabı çıktığında da tanımadığım ama yakın hissettiğim bu güçlü kadınla sohbet etmek istedim.

"Bitkilerle İyi Geçinme Rehberi" doğanın ritmini anlama ve uyum içinde yaşama rehberi aslında. Fem Güçlütürk, yeni çıkan kitabı ile okuyucuyu çeşit çeşit bitkilerinin olduğu vahasına götürüyor ve bitkilerin dilini anlatıyor ve ekliyor: "Bitki, dekor parçası değil bir canlı. Sadece görüntüyü kurtarmak, ya da gösteriş için bitki alma."

Tanışmaktan büyük keyif aldığım, tüm sorularımın cevabını bulduğum Fem Güçlütürk sohbetimize buyurunuz.

- Bitkilerle ilgili Türkçede hiç kaynak yok derken karşıma çıktın. Yaşşa Fem! İlk olarak sormak istiyorum bitkileri evlat edinme yolculuğun nasıl başladı?

Ebru, işin gerçeği başta evlat edinmedim, çocukları cami kapısına bırakır gibi bırakıp kaçtılar. (Gülüyor.) Akmerkez'in karşısında, Etiler'de teraslı bir eve taşınacaktım. Benden önce de seramik sanatçısı Simin Hanım oturuyordu. Simin Hanım Bodrum'a yerleşiyordu ve dedi ki, "bitkilerimin hepsini sana bırakıyorum, evi almak istiyorsan bitkiler de içinde geliyor." Ben de "tamam" dedim ve serüvenim böylelikle başlamış oldu. Evle birlikte gelenler arasında bir dolu tuhaf bitki vardı ve ömrü hayatımda hiçbirini görmemiştim. Tahmin edebileceğin gibi, ben de çok berbat bir sorumluluk duygusu var. Hiçbirini ölüme terk edemedim. Bakmak zorundaydım. Var olan bitkilere bakmayı öğrenirken zamanla yenileri de eklendi. Bunun yanına şu gider, bu bitki neymiş derken, bilimsel isimlerini de ekleyerek, mimar anne, mühendis babanın kızı olmanın verdiği alışkanlıkla bitkileri gruplandırarak excel dosyaları oluşturdum. O zamanlar tabii internet yok. A'dan Z'ye tüm kaynakları okuyup, yurt dışından kocaman kocaman kitap siparişleri veriyordum. Gümrüğe takılıyordu. Bir dolu sorun. Öyle böyle derken bir girdim bitki dünyasına daha da çıkamadım.

- Hepimiz büyük şehirlerin yaşam zorluklarıyla savaşırken, çarklar arasında sıkışıp kalıyoruz. Bazılarımız kuzeye doğru giderken, bazılarımızda senin gibi başka bir şehrin sakinliğini tercih ediyor. Ancak orada da kendini izole etmek yerine herkesle kaynaşıp komün bir yaşamı inşaa etmişsin. Alışmak zor olmadı mı? Nasıl uyum sağladın? Nasıl kaynaştın?

Hemen düzelteyim: Kimseyle kaynaştığım filan yok. :) Daha doğrusu şöyle; birbirimizle kaynaşıyoruz ama komünite olmak gibi bir derdimiz yok. Ben şehirde de komünite değildim. Tek çocuğum ve yakın arkadaşım da nadirdir. Hani öyle hep beraber buraya gidiyoruz, kızlarla kahve içiyoruz gibi buluşmalarım yoktur, çünkü eğlenmeyi bilen bir insan değilim. Benim için konuşacak, öğrenecek bir konu varsa, o zaman enteresan oluyor buluşmalar. Onun dışında bir hayatım yok. Bu nedenle de kırsalda bir komünite kurayım, emekli olunca Ege'ye taşınayım, şalvar giyeyim, tavuk peşinde koşayım gibi bir hayalim ve derdim olmadı. Biz şehirdeki yaşam şeklimizden gayet mutluyduk, burada da kaynaşma adına bir değişiklik yapmadık.

- Peki iş hayatından mı bıkmıştın? Seni harekete geçiren neydi?

İşimden gücümden bıktım, emekli olayım gibi bir şey değildi. Biz şu an yaşadığımız yere ilk görüşte âşık olduk. Neyi kaçırdığımızı fark ettik. İstanbul'da çok güzel yaşıyorduk. Hiçbir sıkıntımız yoktu ama şehir insanlarının saldırganlığı, sevimsizliği, tatlı bir yer görmek için saatler harcanıyor olmak kararımızda etkili oldu. Dedik ki "Biz bir şey kaçırıyoruz, İstanbul'da evimizde oturuyoruz, bir yere çıkmıyoruz, günübirlik bir yere gidip orada brüt bir saat nefes alıyoruz. Trafik sıkıntısı bütün o günü ve güzel saatleri alıp götürüyor, eve yine yorgun ve sinirli dönüyoruz. Neden buradayız? Değer mi?" Bu durumlar rahatsız ediyordu ama yine de okeydik. Sesimiz çıkmıyordu. Ancak, Muğla'da bizim yaşadığımız bölgeyi görünce işler değişti. Âşık olduk ve bir buçuk sene içinde hızlı bir şekilde taşındık. İlk evi yaparken niyetimiz ve fikrimiz de şuydu; "Komşularımız konuştuğumuzu duymasın, bağırdığımızı duysun" Hakikaten tarif bu. Öyle de bir yer bulduk. Bir şey olduğunda, imdat desen koşacaklar ama kahkahalarla güldüğünde kimseden ses geldi demeyecek bir yerdeyiz. Bulunduğumuz köy çok tatlı bir köy. Aydın insanlar. Geçimlerini turizmden kazanıyorlar, geri kafalı değiller. Bizim gibi yaş farkı olan çiftler hiç umurlarında değil. Buraya taşınalı sekiz sene oldu, birlikte çalışıyoruz, birlikte iş alanları yaratıyoruz. Düğünlerine, cenazelerine gidiyoruz, bir şekilde kaynaştık. Hâlâ belki de dışarıdan geleniz ama en azından sevildiğimizi biliyoruz. Başımıza bir şey gelse, anında bizi koruyan bir yerdeyiz, o çok tatlı.

- "Olabildiğince İnsansız toprak sahasına indim, bitkilere odaklandım" diyorsun LaboFem'in kuruluş hikâyesinde. Anlatır mısın? İş hayatının altın yıllarını bırakıp bitkilere odaklanmak ve yeni bir iş kolu yaratmak... Nasıl cesaret ettin?

Altın dönem, dışarıdan altın gibi gözükse de benim için öyle değildi. Ayaklarımı sürüyerek işe gidiyordum. Şöyle; kendimi bildim bileli erken yatarım. Okulum Karaköy'deydi ve Moda'da oturuyorduk. 06.00'da kalkar, 07.00'de vapura biner, 08.00'de okula giderdim. Onun için biyolojik saatim çocukluğumdan beri 06.00/20.00 gibi bir şey. Sabah insanıyım. Çevrem de bilir, hep erken yatar erken kalkarım. Bernaylafem'i kurarken de ortağım Berna, işin iletişimde en önemli kısmı olan PR kısmında ben ise biraz daha kreatif tarafta olabildim.

Benim ofiste kask dururdu, Berna'nınkinde ise ödülleri dururdu. Ben Vespa'yla giderdim toplantıya, Berna şoförlü araçla gelirdi. Aramızdaki fark o. Bensiz o iş yürürdü de onsuz asla olmazdı. Nitekim adım hâlâ onda ve mis gibi devam ediyor. Son dönemlerde de kendi organizasyonlarımıza katılmamak için türlü türlü bahaneler uyduruyordum. Bitki konusu kafamda oturunca Berna'ya sal beni dedim, o da kabul etti eksik olmasın. Severek ayrıldık anlayacağın!

- Yıllar evvel Bodrum'da kuruluşunu yaptığın Fuga'ya gitmiştim. En sevdiğim tatil köyü olmuştu. Sen ayrılınca da tadı kaçmıştı. Fuga'yı da en iyi şekilde kurup, işler hale getirip bıraktın. Startup kurmayı ve misyon tamamlanınca ayrılmayı, yeni işlere odaklanmayı mı seviyorsun? Bitkilerle de aynı durum olabilir mi?

Haklısın alışveriş bitince bırakıyorum. Bu eş'te de, iş'te de öyle. (Gülüyor.) Yani tamam artık gördük, seviştik, sevdik, durumu çok güzel anladık gibi. Eğer birbirine kattıkların bitiyor ve yerinde saymaya başlayıp uzlaşmak zorunda kalıyorsan, yapabildiklerin seni beslemiyor, yapamadıklarına özlem duyuyorsan o işi devam ettirmeye gerek yok. Bir tane ömrüm........

© T24