menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Evrim Kuran: Yanlışın artık yanlış sayılmadığı yerde sosyal çürüme başlar, kötülüğe alışmaya başlarız

40 5
14.12.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

14 Aralık 2025

Evrim Kuran

Bir insan hayatını neyle ölçer? Başarıyla mı, hızla mı, mışlı gerçeklerle mi yoksa hiç sorgulamadan devraldığı kurallarla mı? Peki kim karar veriyor bu kurallara?

Evrim Kuran’ın Mundi Yayınları’ndan yayımlanan yeni kitabı Cetvel işte bu sorulardan yola çıkıyor. Asla kişisel gelişim reçeteleri sunmuyor; aksine, son yıllarda bozulan ölçülere, aşınan vicdan çizgisine ve insanın kendi iç pusulasını kaybetmesine bakıyor. Nepotizmden şiddete, adalet duygusunun erimesinden “sanki-gerçeklik”e uzanan bir zeminde, kişisel olanla toplumsal olanın nasıl iç içe geçtiğini anlatıyor. “Sıfır” fikri, Cetvel’de bireysel bir sıçramadan çok, toplumsal bir eşik olarak ele alınıyor. Ölçülerin belirsizleştiği, kuralların keyfileştiği bir ortamda, insanın hangi referanslarla yol alabileceği sorusunu sorguluyor. Evrim Kuran’la, vicdanın nasıl aşındığını, sadakatin ne zaman körleştirici olduğunu ve sert bir gündemde insanın kendi cetvelini neyle koruyabileceğini konuştuk.

- Cetveli temizleyip sıfırdan başlama kararınız kişisel bir dönüm noktası gibi. Neden sıfırdan başlıyoruz? Var olan hatalarla, izlerle, yenilerek devam etmek daha iyi değil mi?

Evet “Cetvel” beş yıl önce hayatıma sıfırdan bir çizgi çektiğim bir gece doğdu. Ama buna kişisel dönüm noktası demek içime sinmez. Zira son yıllarda sadece kişisel deneyimlerimde değil, küresel, ulusal, kurumsal olarak da insanda izanın, dünyada hizanın bozulduğunu düşünüyorum. Hızın gölgesinde, gürültünün içinde, dünyanın ölçüsü bozulduğunda, kendi ölçümüzü yeniden çizmek iyi bir fikir olabilir. Bu bir kişisel gelişim kitabı olsaydı hatalarla, izlerle devam et demeyi seçerdim belki.

- Cetvel bir kişisel gelişim kitabı değil…

Evet, son yıllarda yaşadığımız toplumsal savrulmalar, etik çürümeler, adalet duygusunun erimesi gibi meselelere verdiğim yanıtlardan oluşan bir deneme kitabı. Bu kitapta tüm bu ölçüsüzlüğün ortasında kendi cetvelime, kendi ölçülerime dönmek istedim. Ve cetvelin sıfır çizgisinden başladım. Geçmişi silmek ya da yok saymak için değil; yönümü yeniden ayarlamak için. Hayattaki en büyük savrulmalar yanlış yerden ölçmeye başladığımızda oluyor. Sıfır, bir dönüş çağrısı. Bir kalibrasyon.

- Nepotizmden sahte diplomaya, kadın ve çocuklara yönelik şiddetten adaletsizliğe uzanan tabloyu vicdan çizgisine yerleştiriyorsunuz. Vicdanı yüksek bir toplumdan bugüne nasıl geldik? Sosyal çürüme tam da bu konuya karşılık gelmiyor mu?

Bir toplumun vicdanı, kendi kendine var olan bir duygu değil; kuşaktan kuşağa aktarılan bir ölçü, bir mesafe bilgisi. Biz bugün sanki hep vicdanı yüksek bir toplumduk da sonra bir anda bozulduk gibi konuşuyoruz ama bu doğru değil.

- Neden?

Tarihin hiçbir döneminde toplumların vicdanı kendiliğinden yüksek olmadı; aksine her nesil onu yeniden inşa ettiği ölçüde yüksekti. Bir toplumun vicdanı, gökten düşen bir lütuf değil ki… Her neslin kendi elleriyle yeniden çizdiği ince bir çizgi. Biz o çizgiyi uzun zaman koruduk; ya da belki de koruduğumuzu sandık. Oysa vicdan, bakımı ihmal edildiğinde sessizce küser. Vicdanın çizgisi silikleştiğinde, toplumun en savunmasızları yani kadınlar, çocuklar, yoksullar ilk düşenler olur. Nepotizm, sahte diplomalar, şiddet, adaletsizlik… Bunlar münferit felaketler değil; aynı çürümüş zeminin farklı çatlakları. Çünkü ölçü bozulduğunda önce hakikat eğrilir, sonra hukuk bükülür, en sonunda da insanın iç sesi kısılır. Sosyal çürüme tam da bu: Kötülüğün büyümesinden çok, kötülüğe alışmamız. Yanlışın artık yanlış sayılmaması. Bir zamanlar bizi ayakta tutan çizginin gözden kaybolması. Ama çizgiler kaybolduğu yerden yeniden çizilebilir. Cetvel biraz da bu ihtimalin kitabı: Toplumun yitirdiği ölçüyü, insanın kendi içinden başlayan bir hareketle tekrar kurabilme ihtimali. Çünkü vicdan, bir toplumun en kırılgan ama en onarıcı yeridir. Yeter ki onu yeniden duymaya niyet edelim.

- Peki, güç kadar sadakat de öldürücü olabilir mi?

Evet… Güç kadar sadakat de öldürücü olabilir. Çünkü sadakat çoğu zaman bir erdem gibi görünse de ölçüsünü kaybettiğinde bir körlük biçimine dönüşür. Güç, insanı nasıl sarhoş ediyorsa, ölçüsüz sadakat de onu aynı hızla felç eder. Bir lidere, bir kuruma, bir fikre, bir aileye, bir geleneğe sorgulamadan bağlandığımızda kendi çizgimizi, kendi sesimizi, kendi vicdanımızı usulca sustururuz; silikleşiriz. Bana kalırsa tarihin büyük hataları çoğu zaman aşırı gücün değil, aşırı sadakatin eseridir.

- Çok etkileyici bu söylediğiniz. Biz hep sadakati savunuruz oysaki. Biraz açıklar mısınız?

Evet. çünkü kötü niyetli güç her zaman aradığı insanı bulamaz; ama sorgulamayan sadakat her zaman aradığı gücü bulur. O yüzden ben sadakatten ziyade bağ kurabilmeyi ve o bağın içinde kendini kaybetmemeyi önemsiyorum. Sadakat bazen korur, ama bazen de bizi tam da korumamız gereken şeylerden koparır: Hakikatten, adaletten, kendi iç çizgimizden.

- Kitapta ilgimi çeken bir diğer konu da feral yetişkinlik meselesi. Feral yetişkin ne demek ve toplumun hangi kademelerinde daha çok karşılaşıyoruz?

Feral yetişkin insan formunda, fakat insan olma emeğini göstermemiş kişi. İnsan bedeninin içinde yaşayıp insan kalbinin eğitiminden geçmemiş kişi. Toplumun içinde dolaşır ama toplumla temas edemez; bilgisi vardır ama bilinci yoktur. Diploması vardır ama........

© T24