Benim deniz fenerim

Diğer

02 Ağustos 2024

"İşbu söze Hak tanıktır, bu can bu gövdeye konuktur / Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi."

Ferit Edgü, Yunus Emre'nin bilgeliğine de, şiirine de âşıktı. Sohbetlerimizde Yunus'un Türkçesini yere göğe koyamazdı. Nitekim, oğluna Yunus adını verdi.

Usturubuna getirdikçe ölümden söz açtığı olurdu. "Ölüm olgusu", olanca gerçekliğiyle yazdıklarına da yansırdı:

"Bir mezar taşından: Alışamam diyen ben, şu mezara bile alıştım."

"Uzun bir yolculuğa çıkıyorsun. Geri de dönmeyeceksin, bunu bilerek hazırlan."

"―Bir kez öl ki, bir daha ölüm korkusu yüreğini kaplamasın. ―Ölüm korkusu değil, dedim. Söz konusu olan ölüm korkusu değil, ölüm olgusu."

Hep söyleriz. Çok sevdiğin bir dostunu yitirdiğinde, ilkin o korkunç gerçekle yüz yüze gelirsin: O artık yok! Bundan daha acımasız, ama bir o kadar da yalın bir gerçek var mı: O artık yok! Sonra yavaş yavaş bir oyuna sığınırsın. O varmış gibi yapar, onunla konuşmayı sürdürürsün. Onunla paylaştıklarına, onun söylediklerine, yazdıklarına kapılanırsın. Kaldı ki, Edgü'nün sözleri, sözcükleri, "Binbir Hece"si onun ta kendisidir. Kullandığımız dilde onun nefesi var artık…

Söylencelerin yalancısıyız: Eski Mısırlılar öldüklerinde iki soruyla karşılaşacaklarına, bu sorulara verecekleri yanıtların öbür dünyadaki yolculuklarının sürüp sürmeyeceğini belirleyeceğine inanırlarmış. Bu sorulardan biri "Keyif verdin mi?" imiş, öbürü de "Keyif aldın mı?"

Edgü'yü düşündüğümde, iki sorunun yanıtının da "Evet" olduğundan, yolculuklarının süreceğinden kuşkum yok. Hayattan, hayallerden, sanattan, edebiyattan büyük keyif aldı. Çevresindekilere, sevdiklerine, yakınlarına yalnızca yazdıklarıyla değil, arkadaşlığıyla, dostluğuyla da büyük keyif verdi; düşlerini, düşüncelerini paylaştı.

Eleştirmenler mi desem, edebiyat tarihçileri mi, yazarları ille de bir akıma bağlama ya da bir kuşak içinde anma eğilimindedir. Edgü'ye de edebiyatımızın '50 Kuşağı içinde yer vermişlerdir; Yusuf Atılgan, Orhan Duru, Erdal Öz, Onat Kutlar, Adnan Özyalçıner, Demir Özlü, Feyyaz Kayacan, Özcan Ergüder'le -ve eleştirmen ve deneme yazarı Doğan Hızlan'la- birlikte. '50 Kuşağı yazarlarının ortak yanları bulunabilir, ama sanırım en ortak yanları ilk öykü kitaplarının 1950'lerin ikinci yarısında yayımlanmış olmasıdır. Apayrı yönlere evrilmiş olmalarına karşın, Sait Faik'in "paltosundan çıktıkları" da söylenebilir. Nitekim Edgü, bir seferinde, "Sait Faik benim deniz fenerim," demişti. Deniz feneri, limana giren gemicilere yol gösterir, tekneleri kayalıklara çarpıp parçalanmasın diye. Ferit Edgü Gemisi, o fenerin ışığında, edebiyatın derin sularında kayalıklara çarpmadan seyretti. Yoksa Edgü ne Sait Faik'e benzer, ne de kuşağının yazarlarına. Başından sonuna kendi edebiyatını kurmuş, üstünkörü, gelgeç beğenileri umursamamış, bütünüyle kendine özgü yazarlarımızdandır. Yalnızca öyküleriyle değil, romanlarıyla, denemeleriyle, şiirleriyle de. Kaçkınlar'dan Av'a, Kimse'den Bir Gemide'ye, Hakkâri'de Bir Mevsim'den Çığlık'a, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı'dan Doğu Öyküleri'ne, Yazmak Eylemi'nden Do Sesi'ne, Seyir Sözcükleri'nden Avara Kasnak'a, Ah Min-el Aşk'tan İnsanlık Halleri'ne…

Yıllar önce bana uğrayan bir arkadaşım, kitaplığıma göz gezdirdikten sonra, "En çok iki yazarın kitapları var sende," demiş, sonra da, "Hangi yazarlar, farkında mısın?" diye sormuştu. Meraka düşerek, "Hangi yazarlar?" diye sormuştum ben de. "Borges ile Ferit Edgü," diye yanıtlamıştı gülümseyerek.

Bilememiştim, ama öğrenince de şaşırmamıştım. "Eh," demiştim, Tat Almanın Fizyolojisi'ni iyi bilen Anthelme Brillat-Savarin, ‘Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim,' buyurmuştu ya, okumak da yemek içmek gibi bir şey; hangi yazarları okuduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim…"

Edgü'yü yıllardır okuyordum. Niçin? Her öyküsü, her anlatısı bir yaşantıyı, bir duyumsamayı, bir anımsamayı edebiyata dönüştürdüğü, edebiyat kıldığı, gerçekliğin katmanlarını düşgücüyle........

© T24