Prof. Dr. Ahmet Özer: Gerekirse Öcalan'la görüşürüm; Sayın Bahçeli siyasetteki tansiyonun düşürülmesi gerektiğini düşünüyor

Diğer

15 Aralık 2025

T24 yazarı Cansu Çamlıbel ve Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer’in Esenyurt’un seçilmiş Belediye Başkanı iken 30 Ekim 2024’te ‘Kent Uzlaşısı’ suçu istinat edilerek tutuklanmasının aslında sonradan olacak pek çok şeyin başlama vuruşu olduğunu pek çok sonra anladık. Kurgulanan akışın yeni bir çözüm sürecine paralel yürütülmesi ise kafaları en çok karıştıran şey oldu. Devlet PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan ile müzakere içinde bir çeşit ‘barış’ın altyapısını kurgulamaya çalışırken, CHP’ye ‘batıdaki Kürtlerle siyasi işbirliği’ suçlaması getiriliyordu. Nitekim bir senedir ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin niyetini, samimiyetini ve hakiki bir çözüm çabası olup olmadığını sorgulatan en önemli şey işte bu iki tezat hattın birlikte yürütülmesindeki ısrar oldu. Ahmet Özer de tıpkı adaşı diğer bir Kürt siyasetçi Ahmet Türk gibi bu dönemin sembol isimlerinden birine dönüştü.

Ahmet Özer’in serbest bırakılması için neredeyse mensubu olduğu Cumhuriyet Halk Partisi kadar ses çıkartan Milliyetçi Hareket Partisi oldu. Hem MHP lideri Devlet Bahçeli hem de Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız defalarca bastırdılar. Özer tam temmuz ayında ‘kent uzlaşısı’ davasından tahliye olacakken bu kez de hakkında bir ihaleye fesat karıştırma davası açılınca dört ay daha yattı. Henüz beraat etmiş değil ama hem haftaya yapılacak olan duruşmada beraat edeceğine hem de AYM kararıyla Esenyurt’taki makamına döneceğine kuvvetli biçimde inanıyor.

Tahliyesinden yaklaşık bir ay sonra Devlet Bahçeli’yi makamında ziyaret etmesi kimseyi şaşırtmadı. Bunun bir ‘teşekkür’ ziyareti olduğu açıktı. Ancak daha fazlası da vardı çünkü Özer, Bahçeli’ye gitmeden önce Genel Başkanı Özgür Özel ile de görüşmüş ve onun mesajlarını da cebine koymuştu. Ahmet Özer’in Bahçeli randevusunun epey detayını burada okuyacaksınız. Devlet Bahçeli’nin süreç konusunda hala pek çok aktörden çok daha iyimser olduğu anlaşılıyor. Yine bazı ‘radikal’ görünen adımları ondan beklemek mümkün görünüyor.

Ahmet Özer ise çözüm süreci konusunda partisi CHP’nin birkaç fersah ilerisinde ama CHP’nin genel performansından memnun. CHP’nin sürece katkısını derinleştirmek için aktif rol oynamak istiyor. Hatta kendisine bir misyon yüklenmesini beklediğini söylersem sanıyorum çok ileri bir yorum yapmış olmam. Devlet Bahçeli ile görüşmesini de biraz bu çerçevede okumak gerekiyor. Nihayetinde “Barış ve Kürt sorununun çözümü için herkes görüşür, müzakere ederim… Gerekirse Öcalan’la da” diyebilen bir CHP’li Ahmet Özer.

-Bir yılı aşkın bir tutukluluğun ardından 11 Kasım tarihinde Silivri Cezaevi’nden tahliye edildiniz. Serbest kaldıktan yaklaşık bir ay sonra, 13 Aralık’ta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret ettiniz. Siz mi talep ettiniz bu görüşmeyi?

Biliyorsunuz, ben içerdeyken Sayın Bahçeli’nin serbest kalmam ve görevime iade edilmem konusunda açıklamaları oldu. Yine Sayın Feti Yıldız’ın benimle ilgili beyanları oldu. Hem kendilerine teşekkür etmek hem de barış sürecini konuşmak üzere bir randevu talebim oldu. Sağ olsunlar kabul ettiler. Bu arada ben DEM Parti Eş Genel Başkanlarıyla da görüştüm. Mecliste grubu olan bütün partilerle görüşmek isterim.

-Madem ‘süreci’ de konuşmak istediniz. Devlet Bahçeli’nin de bu çerçevede değerlendirmeleri olmuştur görüşme sırasında heralde.

Barış süreciyle ilgili olarak benimle aynı noktalarda olduğunu söyledi. Komisyonun çalışmalarından bahsetti. Bu zamana kadar 19 görüşme olduğunu, MHP ve DEM’in raporlarını verdiğini hatırlatarak CHP ve AK Parti’nin raporlarının beklendiğini söyledi. “Onlar da bir an önce verirse, süreç hızlanacak ve ardından yasa çıkacak” dedi. Onun isteği eğer mümkünse bütçe görüşmeleri arasında yasanın çıkması yönünde.

-Sayın Bahçeli’nin hızla çıkmasını beklediği yasa silah bırakılan PKK’lıların Türkiye’ye dönüşünün önünü açacak ‘infaz yasası’ değil mi?

Barış yasası.

Benim de bu sürecin bir muhatabı olduğumun altını çizdi  -‘Barış yasası’ sizden bir gün önce Devlet Bahçeli’yi ziyaret eden DEM Parti İmralı heyetinin kullandığı terminoloji. Devlet Bey’in de aynı ifadeyi kullanması dikkat çekici. Konuştuğumuz şey bir çeşit ‘eve dönüş yasası’ ama. Doğru mu?

Yani evet, ben de öyle anladım. Bu konuyu çalışmasını Feti Bey’den rica ettiğini söyledi. Nitekim ben daha sonra Feti Bey ile konuşurken o da bana bu konuyu arkadaşlarla konuştuğunu söyledi. Yetişir mi, yetişmez mi orası başka bir şey. Ama sonuçta Devlet Bey süreç fazla uzamadan bu yasal çerçevenin de bir an önce bitirilmesini ve eve dönüşlerin gerçekleşmesini istiyor. Devlet Bey görüşmemizde, benim de bu sürecin bir muhatabı olduğumu ve bu sebeple hedef gösterilemeyeceğimin altını çizdi. Bu benim açımdan tabii önemliydi. Ben tabii kendisine Genel Başkan Özgür Özel'in selamlarını ilettim. Zaten Sayın Özel'le görüştüm kendisiyle görüşmeden önce.

-Özgür Özel’den haberli ve hatta onun mesajlarını da götürerek Bahçeli’ye gittiğinize göre bir nezaket ziyaretinin ötesinde şeyler konuşuldu diye anlıyorum.

Ben barış sürecindeki samimi ve kararlı duruşu için teşekkür ettim. Ama ardından barış süreci devam ederken yapılan operasyonları ve yargıya olan güven düşüklüğünü de konuştum. Buna örnek olarak da İmamoğlu davalarında değişen hâkimleri gösterdim. Bir yandan barış süreci yürütülürken, öte taraftan İmamoğlu’na 2500 yıl ceza istenmesi bu sürece zarar veriyor. Toplumun yarısı dışlanarak barışın sağlanamayacağını belirttim. Barışın bu kez başarılı olabilmesi için topluma mal edilmesi ve toplumsallaşması gerektiği üzerinde durdum. Bunun için de niyet, samimiyet, empati ve barış dilinin altını çizdim. Bu noktada bazı samimi adımların atılması gerektiğinin altını özellikle çizdim.

-Sizin süreci başarıya götürecek ‘samimi adım’ olarak gördüğünüz şeyler nedir?

Tutuksuz yargılama, kayyımların iadesi, hasta tutukluların bırakılması, AİHM ve AYM kararlarına uyulması gibi bazı adımlar atılabilir. “Bunlar barışa olan inancı yükseltecek ve toplumu rahatlatacaktır” dedim. Ben bu görüşlerimi zaten cezaevinden çıktıktan sonra televizyonlarda söylemiştim. Bunu kendisine tekrar ettim. O da beni izlediğini, takip ve takdir ettiğini söyledi. Kayyımların iadesi konusunda Sayın Bahçeli de bizimle hemfikir. Barış sürecinin başarılı olması için kayyım rejiminin son bulması gerekir. Bu konuda Sayın Bahçeli de benzer bir şey düşünüyor. Zaten daha önce “İki Ahmet görevine dönmeli” şeklinde bir demeci de vardı. Ahmet Türk’ü ve beni kastetmişti. Sayın Bahçeli barış dilinin egemen olması ve siyasetteki tansiyonun düşürülmesi önerisinde bulundu. Aslında ben bu yorumu yapınca, kendisi de bu öneriyi teyit etti.

-Yani Bahçeli kendiliğinden söylemedi. Bu konuyu siz gündeme getirince o da üzerine söyledi. Doğru mu anladım?

Evet, ben barış dilinin egemen olması ve siyasetteki tansiyonun düşürülmesi konusunu konuşurken o da buna katıldığını söyledi. Ayrıca Sayın Bahçeli siyasal istikrarın öneminin altını çizdi. Türkiye’deki istikrarın aynı zamanda dışarıdaki ilişkilerimiz için de önemli olduğunun altını çizdi. Ben Özgür Özel’in kendisine selamlarını ilettiğini söylediğimde o da şunu söyledi; “Ben Sayın Özel’i mecliste uzun yıllardan beridir tanıyorum. Hatta bana ‘Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra kim genel başkan olmalı?’ diye kendisine sorduklarında ben Özgür Özel’in adını zikrettim” dedi.

-Bunu söylemesini, Özgür Özel’i beğendiği anlamına gelecek bir yorum olarak mı algıladınız?

Yani Özgür Özel’e karşı bir tavrının, bir tutumun söz konusu olmadığı şeklinde anladım ben onu. Öte yandan, İmamoğlu ailesini tanıdığını, bildiğini söyledi. Hatta İmamoğlu ailesinden kendi camialarında insanlar olduğunu söyledi. İmamoğlu’nun bir yakınının da geçmişte kendi asistanı olduğunu söyledi.

Silahları yakmanın gömmek veya teslim etmekten daha anlamlı bir davranış olduğunu söyledi  -Bu çok ilginç. Ben bilmiyordum, siz biliyor muydunuz?

Yok, hayır. Ben İmamoğlu davalarındaki hukuk sorunlarından bahsettim. İmamoğlu’nun davalarında neredeyse hemen hemen biraz olumlu tavır sergilenen hâkimler değişmesinin hukuka duyulan güveni aşağıya çektiğini söyledim. O da o da İmamoğlu’yla ilgili bunu söyledi. Ayrıca yargılamanın gizli tanıklar ve itirafçılar üzerine kurulmasını da doğru bulmadığını, hatta bu konuda yardımcısı Feti Yıldız’ın açıklaması bulunduğunu belirtti. Barış yasasını önemsediğini, hatta mümkünse yılbaşından önce çıkmasını arzuladığını söyledi. Silahları gömmek veya teslim etmekten ziyade silahları yakmanın anlamı üzerinde durdu. Bunun daha anlamlı, daha yerinde bir davranış olduğunu söyledi.

-Bunu biraz açar mısınız? Anladığım kadarıyla sadece 11 Temmuz’daki silah yakma törenini kastetmiyor. Bundan sonraki süreçte PKK’nın bütün silahlarının yakılarak imha edilmesi metodunu uygun bulduğunu mu söylüyor?  

Onu şöyle açtı; “Silahları gömmek, o silahların yeniden gömüldükleri yerden çıkabileceği anlamına gelebilir. Silahlar teslim edilirse, o zaman da sanki karşı taraf işte diz çöktü, teslim oldu anlamı çıkabilir buradan. Bu da yeni birtakım fraksiyonlara, tazyiklere yol açabilir. Ama silahları yakmak o silahların bir daha tekrar kullanılmayacağı anlamı taşıdığı için en anlamlı davranıştır.” Ayrıca Öcalan’a neden “kurucu önder” dediğini de açıkladı.

 -‘Kurucu önder’ meselesini siz mi sordunuz, yoksa kendisi mi açıklama gereği hissetti?

 Yani iş bir noktaya geldi. Ben “Süreç uzarsa enfekte olabilir, süreci hızlandırmak lazım” dedim. O da bunun üzerine kendisine bazı eleştiriler olduğunu söyledi. “İki nokta arasında en kısa yol bir doğrudur. Bir eğri de çizip sonra sona gidebilirsiniz. Bu zaman ve kaynak israfına neden olur. Şu anda muhataplardan biri Öcalan’dır, biri de devlettir. Bunu yok sayarak, öteleyerek, etrafından dolanarak bir yere varılamaz. Ben bunu apaçık bir biçimde ortaya koydum. Koyuyorum da” dedi. Benim geçmişten bugüne barış süreci konusundaki çalışmalarımı, makalelerimi okuduğunu, sürecin yürütülmesini aynı çerçevede gördüğünü belirtti. Benim Kürt sorununun çözümü konusunda yayınlanmış bazı makalelerim masasında duruyormuş.

-Hangi makale olduğunu öğrenebildiniz mi?

Benim 2019’da SODEV’in Sosyal Demokrat Dergi’sinde yayımlanan makalem. Zaten benim de bir aktör olarak süreçte rolüme değdi. Diyaloğun bundan sonra da devam etmesi gerektiğinin altını çizdi. Aynı zamanda Serhattin Demirtaş’ın da bir an önce özgürlüğüne kavuşmasından yana olduğunu söyledi.

-Demirtaş konusunu siz mi açtınız, yoksa “kurucu önder” meselesi gibi kendisi mi izah etmek istedi?

Bunların büyük kısmı benim yaptığım konuşmalara verdiği cevaplardı. Ben AYM ve AHİM kararlarının uygulanması gerektiğinin altını çizdiğimde, “Selahattin Demirtaş’ın bir an önce serbest kalmasının ülkemizin yararına olduğunu, barış sürecine katkı sunacağını düşünüyorum ve bundan yana olduğumu bilmeni istiyorum” dedi. İşte benim, Ahmet Türk’ün, Selahattin Demirtaş’ın barış sürecine katkılarımızdan bahsetti.

-Biraz önce Feti Yıldız ile de görüştüğünüzden bahsettiniz. Feti Yıldız, Bahçeli ile görüşmenize mi katıldı, yoksa onunla daha sonra ayrıca mı görüştünüz?

Evet, Feti Bey ile ayrıca görüştük. Kızım Seraf da yanımızdaydı ve o sırada İBB dosyasında düzenlenen tensip açıklanmıştı. Seraf onu takip ediyordu. Seraf haberleri takip etmek için dışarı çıkıp geri geldiğinde hiç kimsenin tahliye olmamasına çok üzüldüğünü söyledi. Feti Bey de o esnada öğrenmiş oldu. Buna çok şaşırdığını, bunun aslında iyi olmadığını, bununla ilgili gerekli girişimlerde bulunacağını söyledi. Dosyada hiç adı olmayan insanlar var tutuklu biliyorsunuz. Feti Bey de zaten bu zamana kadar hukuk ilkelerine vurgu yapan sosyal medya paylaşımları yapmış biri. Yani daha önce izlediği çizgiye paralel bir duyguda konuştu. Ben de hukuka duyulan güvenin yukarı çekilmesi ve hukuk güvenliği konusunda yapmış olduğu açıklamaları için Feti Bey’e teşekkür ettim. Kendisi, ben daha içerideyken benim bazı çalışmalarımı da referans göstermişti. Ben de hukukla ilgili muhalefetin eleştirilerinden ziyade iktidar ve iktidar ortağının açıklama yapmasının önemli olduğunun altını çizdim. Bunları hem içerdeki arkadaşlarımızın hem de dışardaki bizlerin dikkatle izlediğimizi söyledim. Ama asıl önemli olanın, bu doğru tespitlerin pratikte hayat bulması olduğunun altını çizmiş oldum.

-Devlet Bahçeli’nin masasında durduğunu söylediniz makaledeki önerilerinizi hatırlıyorum. “İktidar, muhalefet, üniversiteler, aydınlar, başta olmak üzere STK’lar tarihsel gerçeğin ne olduğu konusunda halkı aydınlatmalı, ikna etmeli; gerçeği onunla yüzleşerek anlatmalıdır. Ancak o zaman barış toplumsal zemin bulabilir. Bunların yapılması ve başarıya ulaşması için özgür bir tartışma ortamının oluşturulması da şarttır” şeklinde bir uyarı var o makalede. Bugün süreçte bir toplumsallaşma sorunu yaşandığı ortada. Bahçeli’nin bugün işin iletişiminde ve toplumsallaşmasında bir aksaklık ya da eksiklik olduğuna dair herhangi bir yorumu ya da vurgusu oldu mu?  

O benim tespitim. Yani geçmişte birçok deneme oldu. Bu denemelerin başarısızlığının birçok nedeni var. Ama en önemli nedenlerinden birisinin işin yeterince topluma mâl edilmeyişi, toplumsallaşamaması olduğunu söyledim. Sayın Bahçeli bu işin giderek toplumda kabul gördüğüyle ilgili yükselen bir trend olduğunu söyledi. Ben de dahil olmak üzere aktörlerin toplumla buluşup bunu anlatmaları lazım. Çünkü 40 yılda oluşmuş ön yargıları 40 günde onarmanın zor olduğunu söyledim. Bu işin bir vicdani ve insani yanı var, bir de siyasi yanı var. Ben Sayın Bahçeli’nin bu işle ilgili samimi ve kararlı duruşunu takdir ederken, AK Parti’nin ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu işi biraz ağırdan aldığını, bu kaygısının da seçimler ve tabanıyla ilgili olduğunu düşündüğümü söyledim. O da “Doğal olarak her parti seçimi kazanmak ister” şeklinde bir cevap verdi.  

-Yani o manada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren bir şey söylemedi.

Yok öyle demeyeyim. Onlar da zaten bu işin o tarafıyla ilgili olarak yeterince hızlı olmadığının farkındadırlar.

-Bu görüşmede verdiğiniz mesajlara bakınca sanki siz bu süreçte belediye başkanı olmanızın ötesinde bir rol oynayabileceğinizi düşünüyorsunuz........

© T24