menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Necati Özkan: Önceki casusluk davalarıyla Silahlı Kuvvetler zafiyete uğratıldı, bununla ise demokrasi dejenere ediliyor

54 6
17.11.2025

Diğer

17 Kasım 2025

Ekrem İmamoğlu'nun kampanya kampanya direktörü ve danışmanı Necati Özkan, İBB dosyasından 23 Mart'tan beri tutuklu

Necati Özkan, ikisi de İBB soruşturması kapsamında tutuklanana kadar Ekrem İmamoğlu’nun iletişimini ve kampanyalarını yürüten ekibin en kritik ismiydi diyebiliriz. İmamoğlu ile 19 Mart’ta gözaltına alındı, dört gün sonra, 23 Mart’ta tutuklandı. 13 Nisan’da ise ailesine de avukatlarına da haber verilmeden Silivri’den Kandıra F Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Muhtemeldir ki ayrı hücrelerde olsa dahi İmamoğlu ile aynı çatı altında olması tercih edilmedi. Toplamda 105 kişinin tutuklandığı soruşturmadan tutuklanmış olması sürecin mimarisini takip edenler açısından çok da şaşırtıcı değildi ama asıl şok birkaç hafta önce geldi. Zaten cezaevinde olan Özkan, bir kez daha İmamoğlu ile birlikte tutuklandı, bu kez de ‘casusluk’ suçlamasıyla.

Gazeteci Merdan Yanardağ ve o güne kadar kamuoyunun ismini dahi duymadığı Hüseyin Gün isimli kişiyle birlikte Özkan’ın uçtan uca şifreli gizli mesajlaşma uygulamaları ile yurt dışında bulunan kişilere bilgi aktardığı ileri sürülüyordu. Ve tüm bunları ‘örgüt lideri’ Ekrem İmamoğlu’nun bilgisi dahilinde ya da talimatıyla yapmıştı. İddia buydu. Bu yeni soruşturmanın da bir tür ‘işaret fişeği’ olduğunu düşünenler yanılmadı. Nitekim 12 Kasım’da aylar süren bekleyişin ardından nihayet açıklanan İBB iddianamesinde Necati Özkan, İstanbul Başsavcılığı tarafından ‘Ekrem İmamoğlu Suç Örgütü’ olarak sunulan yapıda ‘örgüt yöneticisi’ olarak tanımlanan Hüseyin Gün’e bağlı çalışıyor gibi gösterilmişti. Zaten Özkan’a göre sadece bu bile iddianamenin tümünü berhava edecek ölçüde bir “tutarsızlık.”

40 yıldır sayamayacağımız kadar çok ulusal ve uluslararası markanın kampanyasının yanında Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, KKTC, Gürcistan ve Macaristan’da seçim kampanyaları yürütmüş bir iletişimci olan Necati Özkan’ın tanıdığı çok gazeteci var doğaldır ki. Ben onlardan biri değilim. Hatta bir kez telefonlaştığım ya da görüşmüşlüğüm dahi yoktur. Bu söyleşiyi casusluk soruşturması açıldıktan sonra mesleki bir merakla talep edince, eşi Pelin Özkan ve avukatları soruları kendisine ulaştırmamı sağladı. Kendisi el yazısıyla günlerce düşünerek yanıtları yazıp bitirmişti ki İBB iddianamesi gündeme düştü. Verdiği yanıtların bende uyandırdığı yeni sorular ve iddianameye ilişkin ayrıntılar üzerinden ikinci bir tur soru- cevap daha yaptık.

Verdiği yanıtların hukuki açıdan ne anlama geleceğini elbette ancak mahkeme sürecinde anlayabileceğiz. Ancak hukuki argümanlarından arındırdığımızda dahi her satırı bana kalırsa Necati Özkan’ın ne kadar sağlam bir iletişimci olduğunu hatırlatan bir üsluba sahip. Yeni deliller çıkar çıkmaz, var olduğu iddia edilenler çürütülür çürütülmez…Onu bilemiyoruz. Şu aşamada kendi adıma söyleyebileceğim tek şey şu; gazetecilik hayatım boyunca Hüseyin Gün’ün iddia ettiği “seçim kazandırma” önerilerini ciddiye alıp kampanyanın merkezine oturtacak tek bir iyi iletişimci tanımadım. Dahası, reklam- pazarlama dünyası açısından standart şeyleri “acayip bir teknoloji” gibi satmaya çalışarak hayli de komik duruma düşmüş.

Necati Özkan, İBB iddianamesini 19 Mart 2019’daki İstanbul seçimlerinin iptaline benzetiyor. Özkan’ın bu son süreçteki düğümlerin de demokratik siyasetle çözüleceğine inancını paylaşabilecek gelişmeler görmek umuduyla…

- Sondan başlayalım… 23 Mart 2025 tarihinde İBB’ye ilk dalga yolsuzluk operasyonunda zaten tutuklanmıştınız. 27 Ekim’de yani 7 ay sonra casusluk iddiasıyla bir kez daha tutuklandınız. Detaylarına gireceğiz ama ilk önce bu son gelişmenin sizde yarattığı izlenimi sormak istiyorum. Hem siz hem de Ekrem İmamoğlu hakkında bir casusluk soruşturması açılması 19 Mart süreciyle ilgili ne söylüyor size?

24 Ekim Cuma sabahı benim için Kandıra Cezaevi’nde aylardır yaşadığım sıradan bir gün olarak başladı. O gün CHP’ye yönelik “mutlak butlan” davası ile ilgili nihai karar bekleniyordu. Sabah sayımından sonra tek başıma kaldığım hücremde haberleri almak için televizyonu açtığımda, alt bantlarda adımın da aktığı soruşturma anonsunu gördüm. Bendeki ilk duygu tam bir şaşkınlıktı. Çünkü adım bir casusluk soruşturmasında anılıyordu, hem de hiçbir tanışıklığımız olmayan, fiziki olarak hiçbir arada bulunmadığımız Merdan Yanardağ ile birlikte. Tabii bir de “casusluk” iddiasıyla daha önce tutuklanmış olduğu bildirilen Hüseyin Gün isimli şahısla… Hüseyin Gün’ü hatırlayamadım. Hücremde saatlerce düşündüm “Kim bu adam” diye ama zihnimde hiçbir karşılığı yoktu.

O gün öğleden sonra, bu yeni ve beklenmedik durumu konuşmak üzere ziyaretime gelen avukatım, Hüseyin Gün ile ‘anne’sinin Ekrem İmamoğlu ile çekilmiş fotoğrafını gösterince olayı hatırladım. Hatırladığım, Hüseyin Gün değil, annesiydi ilkin. Çünkü kılığı kıyafeti, eldivenleri ve şapkasıyla benim ofisime geldiği andan itibaren unutulmaz bir profil olarak zihnime girmişti. Hüseyin Gün adlı şahsı ise bugün bile sokakta görsem hatırlayamazdım. 23 Haziran 2019 seçimlerinden sadece 12 gün önce, “Amerika’da çok başarılı olmuş bir Türk iş adamı ve teknoloji yatırımcısı” olarak beni ziyarete gelmişti ilgili şahıs. Gelirken de annesi veya manevi annesiyle gelmişti. Bir gün önce adresimi istemişti. Mesajla ofisimin bilgilerini göndermişim ve ardından tanışmak için ikisi birden ofisime gelmişler. Bütün hikâye bu; 23 Haziran 2019 seçimlerinden önce sadece tek bir kez görüşmüşüz. Ancak avukatımın gösterdiği fotoğraf sayesinde o toplantıyı hatırladım ve medyada anlatılan hikâyenin bu kadar gerçek dışı olması karşısında ne hissedeceğimi bilemedim.

Literatürden bildiğimiz bir hakikat de otokratik rejimlerin muhalifleri saf dışı etmek için kullandığı üç silahtan birinin “casusluk” iddiası olduğudur. Diğer ikisi yolsuzluk ve terördür, belki biliyorsunuzdur. İşte bu yeni suçlamayla, 19 Mart’ta başlayan devlet krizi yeni bir aşamaya geçiyordu. Sadece devlet değil, iktidar bileşenleri ve yargı mekanizması Rubicon’u geçiyordu. Artık hakikatin hiçbir önemi yoktu. Ortada ceza kanununa göre suç kabul edilebilecek bir eylem söz konusu olmasa da bir kez daha suçlu ilan edilecektik. İlliyet bağı bile aranmadan beni, Merdan Yanardağ’ı ve Ekrem İmamoğlu’nu bu suçlamaya dahil etmeye karar vermişlerdi. Yedekleme yapılıyordu! Tabii önceki şaşkınlık, öfke ve kızgınlığa dönüştü. Bu devlet nasıl bu hale düşürülürdü?

- Neden özel olarak “casusluk” iddiası seçilsin ki sizin için?

Herhalde bir türlü yolsuzluk ve terör konularında ikna edilemeyen seçmen, “casusluk” iddiası üzerinden etkilenecek. Bu dava üzerinden ulusal güvenlik ve milliyetçilik propagandası yapılacağını düşünüyorum. Sizden röportaj talebi gelene kadar, “casusluk” iddiasında adı geçen herkesin ifadelerini okudum ve dosyaya vakıf olabildim. Casusluk iddialarının, siyasi maksatla olup olmadıklarına dair kuşku yaratılmadan, son derece ciddi ve özenli bir biçimde soruşturulup yargılanması, ülke menfaati adına, vatan savunması adına hayati önemdedir. Bir eski asker olarak, yakın tarihimizde yüzlerce general, subay ve askeri personeli hedef almış ve sonradan kumpas oldukları ortaya çıkmış olan casusluk davalarından çok iyi biliyorum ki, casusluk konusunun siyasi olarak istismarı kamuoyunun bu çok önemli konuya dair hassasiyetini azaltır. Ülkenin karşı istihbarat kapasitesine zarar verir. Ve gerçek casusların işini kolaylaştırır. Bunu bu ülkeye yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Önceki casusluk davalarıyla silahlı kuvvetler zafiyete uğratıldı, bununla ise demokrasi dejenere ediliyor.

Ülkesini seven herkesin, öncelikle de yargı başta olmak üzere tüm kamu görevlilerinin bilhassa da medya mensuplarının casusluk iddiaları konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde hukuk içinde ve objektif hareket etmeleri gerçek vatanseverliğin gereğidir. Ben bu hassasiyet içerisinde davranarak hakkımdaki tüm iddiaları çürütmek, hakikatin ortaya çıkmasını sağlamak için tüm gücümle uğraşacağım. Çünkü bunu vatanseverliğimin bir gereği olarak görüyorum. Sizin sorularınızı bu samimiyetle cevaplıyorum. Umarım, hakkımdaki casusluk iftirasını soruşturanlar, bu iddiayı fütursuzca yayanlar da hakikatin ortaya çıkmasından başka bir niyetle hareket etmemeleri gerektiğinin idraki içinde olurlar. Olmalıdırlar. Çünkü sözde casusluk iddialarının, iftiraların arkasına sığınarak ikbal arayışında olmak, siyasi hesaplar peşinde koşmak en az casusluk kadar ülkemize zarar verir.

Bu temelsiz iddiada bulunanlar bilsinler ki yaptıklarıyla Ekrem İmamoğlu ve İBB davalarına ilişkin algıyı zannedilenin tersine çürüttüler ve bence tarihin akışını hızlandıracak bir etki yarattılar. Aynen 2019 seçimlerinin iptal edilme sürecinde olduğu gibi, iktidar bileşenleri bir kez daha, tüm tuşlara aynı anda basarak, kendi hatalarından asla ders almadıklarını ortaya koydu. Yaşayarak göreceğiz, bu büyük millet eninde sonunda gerçeği görecek ve tüm bu mağduriyetleri demokratik siyasetle çözecek.

- Bu son gelişme, bazı iktidar yanlısı yorumcuların ekranlarda ileri sürdüğü gibi en az bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar hapis tutulacağınıza yönelik bir izlenime kapılmanıza neden oldu mu?

Zaten 19 Mart günü başlatılan ve ardı arkası bir türlü kesilmeyen İBB operasyonlarının ana fikri ve hedefi buydu. Ne yapıp edip, yedekli giderek, Ekrem İmamoğlu’nu siyasi denklemin dışına atmak. Bir sonraki seçimlere aday olarak girmesinin önünü garantili bir şekilde kesmek… İşin tuhaf ve kabul edilmesi zor tarafı şu: “Kanunsuz suç olmaz, kanunsuz ceza olmaz.” ilkesi bizim hukukumuz tarafından da kabul edilmiş bir evrensel ilke iken, suçsuz vatandaşlara eziyet ediliyor. Bu ülke uzun yıllardır adil seçimlerin görülmediği bir ülkeydi. Artık serbest seçimlerin de olmadığı bir ülkeye dönüşüyor. Yargı mekanizması da bu yolda bir kar küreme aracı gibi mıntıka temizliği yapıyor. Bu süreç sancılı olduğu kadar uzun da bir süreç olacak maalesef.

- “2019 yerel seçimlerine yabancı istihbarat kurumlarının müdahalesinin önünü açmanız” şeklinde özetleyebileceğim bir motivasyonla başlatılan soruşturmanın sebebi Hüseyin Gün isimli kişinin etkin pişmanlıktan faydalanarak verdiği ifade. İlk görüşmenizin Seher Alaçam sayesinde, ikinci İstanbul seçimine 12 gün kala olduğunu siz de söylediniz. Savcılık sorgusunda da “Bir yakınım vesilesiyle geldi randevu talebi” demişsiniz. O yakının kim olduğunu neden açıklamıyorsunuz?

Hüseyin Gün ve “annem” veya “manevi annem” dediği Seher Alaçam ile tanıştığımızda, Seher Hanım kendisinin birkaç kez doğrudan randevu almak için ofisimi aradığını, sonuç alamayınca bir tanıdık bularak benimle temas kurabildiğini söylemişti. Seher Hanım’a randevu için aracılık eden tanıdığımın kim olduğunu net olarak hatırlayamıyorum. Bir eski siyasi olduğunu hayal meyal hatırlıyorum ama tam olarak kimdi, hatırlayamıyorum.

Aslında o günlerde yaşamakta olduğum korkunç yoğunluğu bir düşünürseniz, Seher Alaçam’ın benimle görüşmek için niçin bir aracıya ihtiyaç duyduğunu ve benim o aracı kişiyi bugün niye hatırlayamadığımı çok net anlarsınız. Seher Hanım’ın randevu alamamasının nedeni benim zor ulaşılır bir profile sahip olmam değildir. Bana herkes kolaylıkla ulaşır ve her talep edenle görüştüğümü etrafımdaki herkes bilir. En önemli toplantılarıma bile cep telefonumla girerim, arayanlara anında cevap veririm, veremiyorsam, “ben sizi arayacağım” derim ve toplantı çıkışı mutlaka o kişiyi ararım. Çünkü ‘iletişim’ benim işim. Müteveffa Seher Hanım’ın benden zor randevu almasının nedeni, o dönemdeki insanüstü yoğunluğumdu. 31 Mart 2019’da kimsenin kazanılabileceğine inanmadığı bir seçimi kazanmıştık. Arkasından YSK, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini yenileme kararı almıştı. Bunun üzerine CHP yönetimi, milletvekilleri, belediye başkanları, İYİ Partili yöneticiler dahil, Türkiye’nin her yanından on binlerce insan Seçim Koordinasyon Merkezi’ne akmaya başlamıştı. Akademisyenler, gazeteciler, partililer, gönüllüler, sıradan vatandaşlar… Öyle kalabalık ve kaotik bir süreçti ki, çoğu kez günde 2- 3 saat uyuyabiliyorduk. YSK’nın seçimleri yenileme kararı büyük bir haksızlık olarak algılanmış, ülkenin her tarafından vatandaşları ayağa kaldırmıştı. Yardım etme talebiyle her gün yüzlerce insan bizimle temas etmeye çalışıyor, bunlardan bazıları cevap vermezseniz agresifleşebiliyorlardı.

İşte böyle bir dönemde Seher Alaçam ve Hüseyin Gün ile tanıştım ve tekrar ediyorum 23 Haziran seçimleri öncesi sadece bir kez görüştüm. Bu soruyla ilgili küçük bir notum var. Savcılık ifadesinde “Bir yakınım vesilesiyle geldi randevu talebi” deniyor ya onun sebebi şu; savcı size sorusunu soruyor, siz cevap veriyorsunuz fakat ifadeye sizin cümleleriniz yazılmıyor. Savcı sizin cümlelerinizi not alıp, kendi cümlelerini kaydettiriyor. İfade sırasında ben savcının kullandığı “bir yakınım” kelimesine itiraz ettim, “bir tanıdığım” dedim ama savcı “ne fark eder” diyerek kelimeyi değiştirmedi. Avukatlarım da önemsemeyince ben de itirazımı sonlandırdım.

- Şimdi geriye dönüp baktığınızda keşke “İfademin kendi beyanım doğrultusunda kayda geçirilmesi için ısrarcı olsaydım” diyor musunuz? Zira bu ifadeyi siz sanki birisini gizliyor ve koruyorsunuz gibi yorumlayanlar oluyor ekranlarda.

Hayır, çünkü hukuken hiçbir farklılık taşımayan, birbiri yerine sıklıkla kullanılan iki kelimenin söz konusu olduğu konusunda avukatlarım da bana teminat verdiler. Ben konunun hukuki boyutuyla ilgiliydim ve o noktadan sonra ekranlarda “kim, hangi sözümü nasıl yorumlar” diye düşünecek durumda değildim. Hala da konunun bu boyutuyla ilgili değilim, ben hakikatin açığa çıkmasına odaklıyım. Kimlerin hangi saiklerle, yorum, duyum, haber, ‘kesin bilgi’ adı altında neler neler söylediklerini herkes biliyor, görüyor.

Savcılıktaki sorgu öncesi yaklaşık 6 saat Çağlayan Adliyesi’nin eksi yedinci katında donarak geçmişti. Aç ve susuz bir şekilde 6 saate yakın savcılık ifadesi sürmüştü. Akşam saat 22’yi bulmuştu ve ben, avukatlarım ve savcı “Bu iş artık bitsin” noktasındaydık. O nedenle de bu kelimenin çok da üzerinde kimse durmadı.

- Yeri gelmişken savcılığın tutuklanmanızdan itibaren size karşı yaklaşımını nasıl buldunuz? Bazı tutuklulara ‘anlaş ve çık’ teklifi yapıldığı CHP yönetimi tarafından sıkça dile getirilen bir iddia. Hatta malumunuzdur iktidara yakınlığıyla bilinen Mücahit Birinci’nin benzer bir teklifi etkin pişmanlıktan yararlanan Murat Kapki’ye yaptığı iddia edilmiş, ardından Birinci partisinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Benzer teklifleri size de yapanlar oldu mu, yani “Ekrem İmamoğlu’nu satmayı”?

Savcılıktan bu tarzda bir temas kurma çabası olmadı.

- Hüseyin Gün ile Seher Alaçam’ın ilişkisinde hiçbir tuhaflık hissetmediniz mi?

Hüseyin Gün ve Seher Alaçam’ın ilişkisinde bir tuhaflık hissetmedim ama ziyaretin kendisi tuhaftı. “ABD’de çok başarılı olmuş bir Türk iş adamı ve teknoloji yatırımcısı” olarak tanışmaya geliyorsunuz, ama, “anne” dediğiniz kişiyle geliyorsunuz! Hani iş görüşmesine gelen bir gencin ebeveyniyle gelmesi gibi garip bir durumdu, öyle birini işe almazsınız.

Ben de daha ilk andan itibaren Hüseyin Gün’ü ciddiye alınacak bir insan gibi görmedim. Hele ki, “teknolojik yardım” dediği şeyin sosyal medya izleme ve analizi olduğunu öğrenince… Ayrıca, hem sosyal medya kullanıcıları bizim kampanyamızın ana hedef kitlesi değildi, hem de dijital kampanya benim yetki alanımda değildi. Bizim kampanyamızın ana hedef kitlesi, emekliler, ev kadınları ve nispeten kent yoksullarıydı. Bu kitlelere sosyal medya ile ulaşamazsınız. Bizim kampanyamız Türkiye tarihinin en kapsamlı kapıdan kapıya kampanyasıydı. Parti örgütleri ve gönüllüler tam da bunu yaptı. Ama Hüseyin Gün, öyle musallat oldu ki, kovsan gitmez, peşini bırakmaz bir profil… Kendini kanıtlamak ve önemli bir insan olduğunu göstermek için bazı sosyal medya analizlerini göndermek istedi, ben de buna izin verdim. Çünkü kampanya direktörünün iki asli görevi vardır: Seçim kampanyasının iletişim stratejisine karar vermek. Ve o stratejiden sapılmasına asla izin vermemek!

Beni tanıyanlar hemen her konuda uzlaşmacı ve demokrat bir kişiliğe sahip olduğumu bilirler. Uzlaşmacılığımın ve demokratlığımın kalmadığı tek alan kampanya stratejisine müdahale edildiği durumlardır. Asla taviz vermem. Çünkü seçim kampanyası süreci, demokratik bir süreç değildir. Kampanya dönemlerinde hemen herkes bir fikirle, mucizevi buluşlarla, slogan önerileri ve film önerileriyle gelir. İyi niyetli dostlar, tecrübeli siyasetçiler, adayın yakınları ve çok şey bilen “uzmanlar”, ihtiraslı amatörler…

Tüm bunlarla ben şahsen muhatap olur ve........

© T24