Eski ABD'li diplomat Galbraith: Türkiye PKK'yla savaşı 1999'da kazandı, bugün yapılacaklar basit; bağımsızlık isteyen tek Suriyeli Kürt tanımadım, oysa Iraklı Kürtler için özerklik ara durak
Diğer
23 Aralık 2025
Peter Galbraith
Seneyi kapatmayı hazırlanırken Suriye gündemimiz yine ziyadesiyle hareketli. YPG omurgası üzerine oturan Suriye Demokratik Güçleri’nin merkezi Suriye ordusuna entegrasyonuyla ilgili müzakerelerin Ankara’nın arzu ettiği istikamette ilerlemediğine yönelik kuvvetli sinyaller gelince, Ankara dün deyim yerindeyse Şam’a çıkartma yaptı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın birlikte Suriye’ye giderek Ahmed El Şara yönetimine tam saha pres yaptılar.
Son gelişmelerde Washington’ın nerede durduğunu anlamak için normalde ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack’ı izlemek yeterli olmalıydı. Ancak son aylarda o kadar karmaşık ve hatta birbiriyle çelişen mesajlar verdi ki ‘öngörülebilirlik’ çıtası adeta yerle bir oldu.
Son dönemlerde, şu anda ABD yönetiminde olmayan, hatta uzundur resmi bir sıfatı da olmayan ama Irak’ın işgalinden tanıdığımız eski ABD büyükelçilerinden Peter Galbraith’in Suriye konusunda söyledikleri, yazıp çizdikleri çok karşıma çıkar oldu. Galbraith’in 13 Aralık’ta Fransız Senatosu’nda Paris Kürt Enstitüsü ile birlikte düzenlenen ‘Kuzeydoğu Suriye’ panelinde de konuşmacı olduğunu görünce, kendisine ulaştım. Acaba perde gerisinde Galbraith’in Suriye dosyası konusunda bizim bilmediğimiz bir görevi mi vardı?
Suriye ile ilgili tüm çalışmalarını kendi iradesiyle, ‘bir sivil’ olarak yürüttüğünü söyleyen Galbraith, şu anda söylediği gibi ‘etkisiz ve yetkisiz’ ise bile her şeye son derece hâkim!
Benim en çok dikkatimi çeken, yıllardır Irak’ta ‘bağımsız bir Kürdistan’a destek verilmesi için çeşitli Amerikan yönetimlerini ikna etmeye çalışmış bir diplomat olarak Galbraith’in Suriye’de bu tür bir hattın gerçekçi olmadığına dönük yaptığı vurgular oldu. Bu önemli zira Galbraith, ABD’nin 2003’teki işgalinden sonra Irak’ın anayasasını adeta bizzat yazan adamlardan biriydi. Dolayısıyla da Irak’taki mevcut federal yapıyı Suriye için de bir model olarak görüp görmediğini anlamaya çalıştım. İki ülkeyi kıyaslamanın doğru olmadığını düşünmekle kalmıyor “Irak’taki aslında bir konfederasyon” diyor. Suriye’nin varması muhtemel noktanın ise ‘nispeten güçlü bir federalizm’ olduğunu düşünüyor.
-Öncelikle akut bir kriz olarak görünen Ankara’nın Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye ordusuna entegrasyonuyla ilgili çıkışlarıyla başlayalım. Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Savunma Bakanı Yaşar Güler, arka arkaya “Yıl sonuna kadar 10 Mart Anlaşması’na paralel tam bir entegrasyon olmazsa planımız hazır” şeklinde açıklamalar yaptılar. Bu mesajlar Türkiye’nin askeri müdahale seçeneğini ciddi bir biçimde gündemine aldığı şeklinde yorumlanıyor. Sizce mevcut koşullar altında Ankara’dan Fırat’ın doğusunu da kapsayacak biçimde büyük bir operasyon beklemek mümkün mü? Trump yönetimi bu konuda Ankara’ya yeşil ışık yakar mı?
Umarım Türkiye’den askeri bir müdahale olmaz. Bence insanların aklında tutması gereken şey şu; askeri müdahaleler çoğu zaman istenmeyen sonuçlara neden olur. Mesela, Putin Ukrayna’da dört yıldır kazanamadığı bir savaşa gireceğini tahmin edebilir miydi? O gün sorsanız Ruslar birkaç günde Kiev’i ele geçireceklerine inanıyordu. Peki, bugün Türkiye Suriye’de böyle bir işe kalkışırsa sonuçları ne olur? Bilemiyorum. Belki de asıl sorulması gereken böyle bir müdahalenin Türkiye’nin içindeki çözüm sürecini nasıl etkileyeceğidir. Yine yakın tarihten başka bir örneğe bakalım; Saddam, Kuveyt’i işgal ettiğinde, bunun yanına kalacağını düşünmüştü. Yani savaşlar nadiren mimarlarının istediği gibi sonuçlanır.
İkinci vurgulamak istediğim nokta ise şu olur; Türkiye, Suriye Kürtleriyle yeni dönemde nasıl ilişki kuracağını değerlendirirken bence Irak Kürtleriyle olan ilişkilerinin tarihine bakmalı. 1988’de Celal Talabani, Washington’a geldiğinde ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki görüşmesini ben ayarlamıştım. Ertesi gün ise o zaman Türkiye’nin Cumhurbaşkanı hala Kenan Evren’di. Ve Evren, Talabani’den bir gün sonra Washington’daydı. “Neden Kürt teröristlerle görüşüyorsunuz?” diye tepki göstermişti. Bugün Türkiye’nin tüm komşularını düşünün. En iyi ilişkilere sahip olduğu komşusu hangisi? Irak Kürdistanı. Peki Irak Kürdistanı’na en çok yatırım yapan kim? Türkiye. Oradaki havaalanlarını, otelleri kim inşa etti? Ben Erbil’e gittiğimde Divan’da, Duhok’ta Rixos’ta kalıyorsam bu Türklerin sayesinde. Beni dinleyeceklerini sanmıyorum ama bana sorsalar Türklere tavsiyem, Suriye’de işlerin kendi seyrinde ilerlemesine izin vermeleri. Çünkü nasıl yönetilecekleri Suriyelilerin çözmesi gereken bir mesele.
-Irak ve Suriye’deki Kürtlerin durumuyla ilgili Türkiye açısından çok önemli bir fark olduğunu hatırlatmama müsaade edin. ‘Suriyeli Kürtler’ diye kestirmeden atıfta bulunduğumuz grup YPG aslında ABD istihbaratının da teyit ettiği biçimde PKK’nın Suriye kolu olarak hayatına başladı. PKK da halen ABD’nin terör örgütleri listesinde. Evet hatırlattığınız gibi 80’ler, 90’lar boyunca Türkiye’den Talabani ve Barzani’ye tepki vardı ama ikisi de PKK’dan bambaşka politik çizgileri temsil eden iki liderdi. Ama nihayetinde YPG’nin omurgasına oturan SDG, ABD tarafından ağır silahlarla donatılmış ordu ayarında bir güç. Yani burada Türkiye açısından haklı bir ontolojik itiraz yok mu?
Ben de size söylüyorum işte Türkiye bir dönem, Talabani ve Barzani’yi “Kürt teröristler” olarak tanımlıyordu. Bugün Ahmed El Şara’ya bakın, düne kadar başına 10 milyon dolarlık ödül konmuş bir teröristti. El Kaide üyesi birisinden bahsediyoruz. O da terör örgütü üyesiydi, Suriye’de korkunç suçlar işlediler ve yine de Türkiye onları destekledi. Bu yüzden bence Türkiye’nin burada ahlaki üstünlüğü yok. Ve ben ahlaki üstünlük kurma çabasından uzaklaşıp pragmatik olana odaklanmak istiyorum. Türkiye’de devam eden bir barış süreci var, ya da adına ne derseniz deyin. Bence başarılı olma şansı çok yüksek. Ben defalarca Suriye’nin kuzeydoğusuna gittim. Evet, PKK ile uzun süredir ilişkisi olan insanlar var. Kimse aksini iddia edemez. Orada Öcalan’ın fotoğrafları da var. Keşke onları kaldırsalar. Bence bu gereksiz yere provokatif.
-Konuştuğunuz YPG’lilere bunu söylüyor musunuz, onlar ne yanıt veriyorlar?
Hepsiyle konuşuyorum ve elbette bunu söylüyorum. Ne demek istediğimi anlıyorlar. Ben hiçbir fayda sağlamayan sembolik eylemlere, kesinlikle karşıyım. Bu resimler de sadece sembolik ve siyasi bir faydası yok, tam tersine siyasi zararı var. Ben Türkiye’yi çok seviyorum ve Türkiye’deki her türlü liderle temasım oldu. Türkiye ile olan geçmişim çok eskilere dayanıyor. Eğer 1990’larda benimle konuşuyor olsaydınız, beni “Kürtlerin dostu” olarak değil, Türkiye’nin Bosnalılara silah sağlamasını mümkün kılan ve savaşı tersine çeviren ABD’nin Hırvatistan büyükelçisi olarak düşünürlerdi. Belki biliyorsunuz, ben Türkiye’nin düzenlediği operasyonların ve Bosnalı Sırpların yenilgisine neden olan askeri harekatların önünü açan kişilerden biriyim. Bugün de Türkiye’ye sık sık gelirim. Türkiye’ye olan bu sempatim yüzünden de Suriye konusunda pragmatik olunmasını tavsiye ediyorum. Çünkü kuzeydoğu Suriye’de PKK üyesi olmayan birçok insan var. Eğer daha geçen yıla kadar şeriat isteyen ve terörist konumunda olan insanların değiştiğini kabul ediyorsanız, belki bu diğer insanların da değiştiğini kabul edebilirsiniz. Salih Müslim’le, İlham Ahmed’le veya başkalarıyla zaman geçirdiğinizde, onların normal ve pragmatik insanlar olduğunu görüyorsunuz.
-Şu anda ABD Yönetimi’nde resmi bir pozisyonunuz olmamasına rağmen, acaba bir yerlerde kolaylaştırıcı bir pozisyonunuz var mı diye merak ediyorum.
Elbette Kongre’deki arkadaşlarımla ve önceki yönetimdeki insanlarla konuşurum. Mevcut yönetimde tanıdığım birkaç kişi var ama bir şey söyleyerek onları zor durumda bırakmak istemem. Son dönemde yaptığım ziyaret ve görüşmelerin hepsi bireyseldir, sivil bir vatandaş olarak yaptıklarımdır. Bu bölgede on yıllardır biriktirdiğim sermayeyi kullanıyorum. Hepsi bu. Siz de fark ediyorsunuz belli ki yaptığım şeylerin çoğu Suriye’de barışçıl bir çözüm bulmaya çalışmakla ilgili. Türkiye ile barışçıl bir süreç geliştirilmesine yardımcı olmakla ilgili. Kaçırılan ve seks kölesi olarak tutulan Yezidi kızları kurtarmakla ilgili. Ve elbette SDG kamplarında tutulan IŞİD’liler sorununu çözmeye çalışmakla ilgili.
-Türkiye’den ‘vatandaş olarak’ temasta oldunuz siyasetçi ya da bürokrat var mı?
Söylemeyeceğim çünkü kimseyi zor durumda bırakmak istemiyorum.
-Türkiye’de bu seferki çözüm süreci bağlamında aslında hayal bile edemeyeceğimiz şeyler oldu. Meclisten bir heyetin Öcalan’ı ziyarete gitmesi başlı başına bir olay. Öte yandan sızan tutanaklar sayesinde Öcalan’ın Kandil ile ve hareketin diğer merkezlerinden isimlerle görüştürüldüğünü öğrendik ki iddiaya göre bu görüşmelerinden bazılarında İlham Ahmed de vardı. Buna rağmen Ankara, YPG konusunda daha sert bir tavır izliyor gözüküyor. Sizce gerçekte neler oluyor? Tüm bunlar dışardan izleyen ortalama bir vatandaş için takdir edersiniz ki çok kafa karıştıran şeyler.
Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Hakan Fidan’ı ve diğerlerini pragmatik olabildikleri için tebrik etmek isterim. Bakın, Türkiye PKK’ya karşı savaşı 1999’da kazandı. Ve kaybedilen bir savaşı sürdürmenin bir anlamı yok. Ve Türkiye’nin bugün savaşı tamamen sona erdirmek için yapabileceği çok basit ve düşük maliyetli şeyler var çünkü aslında mesele çözüldü; PKK Türkiye’de kaybetti. Peki bugün işin kalan tarafı nasıl çözülebilir? Tam olarak şu anda üzerinde çalışılan şeyle çözülebilir; PKK’lılar için bir tür afla. Bugün bunun maliyeti çok düşük çünkü geçen zaman içinde Kürtlerin hakları temelde tanındı. 1988’de Türkiye’nin güneydoğusuna ilk kez gitmiştim, şu anda Maryland Senatörü olan Chris Van Hollen ile birlikte. Irak-Türkiye sınırının tamamı boyunca Saddam rejiminin........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein
Beth Kuhel