menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir ötegezegenin fethi

19 20
17.05.2025

Diğer

Konuk Yazar

17 Mayıs 2025

Uzun yıllar önce Dünya’dan fırlatılan Nova Explorator uzay gemisi nihayet Samanyolu'nun Karina-Sagittarius kolunda bulunan Canopus (Alpha Carinae) yıldızının yörüngesindeki Canopus Prime gezegenine ulaştı. Bu gezegenin Dünya’nın ilk kolonisi olarak seçilmesinin nedeni hem Dünya’ya görece yakınlığı hem de ilerideki kolonizasyon çalışmaları için bir atlama taşı konumunda bulunmasıydı. İnsanlığın Güneş Sistemi'nin ötesindeki bu ilk kolonisi, Dünya’nın artan nüfusuna yaşam alanı sağlayacak ve onun varlığını tek bir gezegene bağlı olmaktan kurtaracaktı.

Kolonicilerin gezegene ayak basmalarından sonraki 12. Dünya gününde Nova Explorator’un kaptanı Bethencourt gemi günlüğüne şunları yazdı:

Günlük Girdisi 103-B | Canopus Prime – İnişten 6 CP günü sonra

Bugün, gökyüzü bir kez daha alışık olmadığım o soğuk lacivert renkteydi. Dünya'nın atmosferine benzemiyor buradaki ışık; mavi değil, daha çok akıl almaz bir şeffaflıkta. Güneşimizden daha yaşlı olan Canopus’un ışığı bir düş gibi toprağın üzerine seriliyor.

Sabahın erken saatlerinde ilk temas gerçekleşti. Onları vadinin kenarında fark ettik. Uzun boylular. Burada yerçekiminin 0,9 G oluşu uzun ve ince yapılarının nedeni olabilir. Gözleri büyük. Tenleri hafif bir ışık yayıyor. “Biyolüminesans” diye not ettim. Doğayla öylesine bütünleşmişler ki, sanki bir canlı türü değil, bir yaşam biçimi gibiler. Mürettebatımdan bazıları ürktü. Işığın tanrısallıkla bir ilgisi olduğuna inananlar oldu. Yüzbaşı Salle, “Bunlar melek mi, efendim?” dedi. Ne garip… Dünya’dan kaçan insan zihni, hâlâ Dünya'nın mitoslarına sarılıyor.

Onlara bir isim vermek gerekiyordu. Ben, Latince'deki “ışık” anlamına gelen lumen kelimesinden hareketle “Lumenari” dedim. Kim olduklarını bilmiyoruz ama “ne” olduklarını en azından bir isimle sabitlemeye ihtiyacımız var. İşaretlerle iletişim kurmaya çalıştık ama henüz başaramadık. Düşman mı yoksa dost mu olacağımızı göreceğiz yakında.

Günün ikinci yarısında vadilerde garip sesler yankılanmaya başladı. Önce kuş sanmıştık. Fakat bir süre sonra düzenli aralıklarla tekrarlandığını fark ettik. Sesin tonu, frekansı, ritmi doğanın rastlantısal ses döngülerinden farklıydı. Dil uzmanımız Teğmen Berneval sesin kayıtlarını inceledi: Bir çeşit ıslık dili. Akustik bakımdan vadiler boyunca yankı yapacak şekilde evrimleşmiş olmalı. Lumenariler, vadilerle konuşuyor gibiler. Bu gezegende kelimeler değil, tonlar konuşuyor.

Kelimelerle düşünen biri olarak kendimi ilk kez dilsiz hissettim.

Lumenariler karmaşık bir kültür ve toplum yapısı geliştirmiş, doğayla uyum içinde yaşayan canlılardı, tenleri daldaki zeytin rengiydi. Sığır ya da at benzeri hayvanları yoktu ama keçiyi andıran bir hayvan onlarla dolaşıyordu. Çanak çömlek yapıyorlar ama iplik eğirmeyi, kumaş dokumayı ya da madeni aletler ve silahlar yapmayı bilmiyorlardı. Giysileri deri veya postlardan oluşuyordu, bazılarının omuzlarında bitki lifleriyle iki ucu boyunlarında birleştirilmiş bir pelerin bulunuyordu. Başlıklarını kuş tüyleriyle süslüyorlardı. Islık dilleri, farklı tonlar, ritimler ve melodilerden oluşan, uzak mesafelere taşınabilen ve ortamın akustik özelliklerini kullanan sofistike bir iletişim sistemi olarak evrimleşmişti. Vadiler arasında kilometrelerce mesafeye ulaşabilen bu ıslık sözcükleri Lumenariler için hem günlük iletişimde hem de tehlike anlarında hayati önem taşıyor ve kültürlerinin temel unsurlarından birini oluşturuyordu.

Onların, savaş bilgileri olmayan, silahlarını yalnızca avlanmak için kullanan bir topluluk oluşu yerleşimcileri rahatlatmıştı. Bir tehlikeyle karşılaşmadan rahatça yerleşebileceklerdi buraya.

İyi haberler Dünya’ya ulaştığında bu yeni cennette yaşama arzusuyla art arda yeni koloni gemileri havalanmaya başladı. Zengin olma hevesiyle yüklü, yeni topraklar arayan kolonici dalgaları Canopus Prime’a ulaştıkça, doğanın kör güçlerinden başka hiçbir şeyden etkilenmemiş flora ve faunayı daha verimli hale getirme gayretleri de yoğunlaşmaya başladı. Yerleşimcilerden Perestello, Canopus Prime çayırlarına dişi bir tavşanla yavrusunu bıraktı. Tavşanlar habis bir hızla ürediler ve toprağa öyle bir yayıldılar ki, yerleşimciler hasat zamanında onların zarar vermediği tek bir ürün bile bulamadı. Bu tavşanlar yalnızca ekinleri yemiyor, neredeyse çiğnenebilecek her şeyi kemiriyordu. Gerçekten de bir süre sonra yerli bitkiler ortadan kaybolacak, yerel hayvanlar yiyecek ve barınak yokluğundan ölmeye başlayacaktı. Tavşanları azaltmak için getirilen tazılar da gezegenin uçma yeteneğinden yoksun kuşlarıyla bazı kemirgenlerini kısa sürede yok edecekti.

Yerleşimciler Canopus Prime’a geldiklerinde, burası, büyük ve ilgi çekici ağaçlarla kaplı olduğundan adeta ayak basacak yeri bulunmayan bir gezegen........

© T24