Diğer
20 Mayıs 2024
Çok yorulduk. Umutlarımız da bedenimiz de ruhumuz da yoruldu. Dünya bir karmaşa içinde. Her gün Gazze’den gelen katliam görüntüleriyle ruhumuz, insanlığımız inciniyor. Ukrayna’da neler olduğunu haberlerde görmüyoruz artık. Afrika’da açlıktan ölen çocuklar, Yemen’de, Sudan’da, Somali’de iç savaşta ölenler gündemimizde yok. Afganistan’da, İran’da kadınların çektiği eziyetler de.
Ülkemizdeki yolsuzluk, yoksulluk, adaletsizlik kalıcılaşmış, yoksulluk da umutlar da mirasa dahil artık. Geleceğe dair tüm anlatılar felaket kehanetlerinden oluşuyor. Yapay zekanın üreteceği fırsatları değil yapay zekanın hayatımızı ele geçirip geçiremeyeceğini konuşuyoruz.
Sözde bireyselleşiyor, bireysel hayatlarımıza hapsolarak bu dertlerden ırak kalabileceğimizi sanıyoruz. Küçük özel alanlara dağılmış, birbirinden ayrışmış yaşamlarda artık büyük tutkular yok. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de milyonları sokağa döken gösteriler saman alevi gibi parlayıp sönüyor ve kalıcı değişimleri tetikleme gücüne nadiren ulaşıyorlar. Üzerine aylarca konuşulacak film ya da romanlar da eksiliyor artık. Sorunlar çözümlendikleri için değil, orada hep var olageldikleri ama biz sorunlara yabancılaştığımız için gündemden düşüyorlar. Buna bireysel kaçış veya kurtuluş yollarının bulunabileceği varsayımını da eklemek lazım.
Tabii siyasetin krizini ve etkilerini de hesaba katmalıyız. Yalnızca temsili demokrasi değil siyaset de krizde tüm dünyada. Endüstri toplumu kavramları ile beslenen siyasi hareketler ve söylemler, bireylerin kendi geleceklerine ilişkin özlemleri ve arzularıyla beslenmedikleri için müşterek tutkuları ateşleyemiyorlar.
Bizim gibi arada kalmış ülkelerde durum daha da vahim. Çünkü insanlar bir yandan ağır sorunlarla boğuşurken, diğer yandan tutku ve taleplerini örgütleyecek kanallar yaratacak yol bulamıyorlar. İktidar her gün siyasi alanı daraltarak siyasetsizleşmeye zorluyor toplumu. Bu yüzden gündelik hayatta karşılaşılan sorunlara verilen cevaplar tepkisel olmaktan öte gidemiyor ve hiçbir şeye çözüm de olmuyor. Bu tepkisellikler ve çözümsüzlükler yarına ilişkin hayal kurma hevesinden yoksun, bencil, öfke dolu bireyler ve birlikte yaşama iradesi zayıflayan, hukukun üstünlüğüne inancını kaybetmiş toplumlar üretiyor.
Medyaya yansıdığı kadarıyla şimdi de iktidar etki ajanlığı diye bir suç tanımlamak amacındaymış. Sivil toplum ve akademik çalışmaların muğlak bir suç tanımı ile keyfi biçimde denetlenmesi ve kısıtlanması hedefleniyor. Siyasetin ve güncelin kutuplaşma ve siyasetsizleşmeye mahkumiyeti şimdi de bilimden beslenme damarları tümüyle kesilsin isteniyor.
Gündelik hayatın karmaşıklığı ve hızlı ritmi içinde, öne çıkan kültürel kimlikler, farklılaşan aidiyetler, ötekileştirmeler, kutuplaşmalar derken sade birey ülke hayatını anlamlandırmakta ve kendini konumlamakta zorlanmaya başlıyor.
Bu durumda, kendi hayat alanında hayata direnen, başarmaya çalışan, kendi hedefleri ve ihtiyaçları için tutkulu olan sade birey ülke hayatının karmaşasından endişe ve korku üretiyor. Bireysel hayatla ülke hayatının değerleri, öncelikleri ayrı yönlere doğru gelişmeye, ayrışmaya başlıyor.
Her toplum kendi gündelik derdiyle boğuşurken, devletler küresel bölüşüm kavgasına dalmışken, teknolojik sıçrama bildiğimiz tüm iş ve ilişki yöntemlerini değiştirirken bir de yerkürenin ritmi değişiyor.
Geçen hafta Oksijen’in manşeti “Korkutan Nisan” idi. Habere göre küresel sıcaklıklar nisan ayında üst üste 11’inci kez rekor kırarken, Türkiye ortalama sıcaklığın en fazla aşıldığı az sayıdaki ülkeden biri olmuştu. Bazı bilim insanlarına göre insanlık iklim kriziyle savaşı çoktan kaybetmiş de olabilirdi.
İnsanlık tarihinin kaydettiği felaket kehanetlerinden bugünkülerin bir farkı var. Geçmişteki kehanetler hep uzak geleceğe dairdi. Bugünküler bizzat bizim kuşakların maruz kalacağı, yakın geleceğin yaşanabilecek kehanetleri. O denli yakın, o denli ürpertici. Akşamları sofralarda kaç evin sohbet konusu umutlarımız emin değilim. O sebepten çocuklarımızı büyümekten korkar hale getirdik.
Tüm bu karmaşa, belirsizlik, umutsuzluğa karşın şimdi yeni bir umut inşa etme günüdür. Birey olarak da ülke ve hatta insanlık olarak da yeni bir gelecek hikayesi yazma günüdür. Kehanetlere inat sözü ele geçirmek gerek.
Jeanette Winterson’un Tutku romanında Napolyon’un ordusundaki bir er, savaşa, soğuğa, açlığa, ölümlere dayanabilmek için askere giderken kalbini geride bırakır. Savaştan bittikten ve ölümden kurtulduktan sonra, normal hayata dönebilmek, yeniden aşık olabilmek için kalbini arama ve kavuşma uğraşısını anlatır roman.
Biz de bu ülkede kimliklerin ve siyasal kutuplaşmanın gönüllü esaretine girerken kalplerimizi sarıp sarmalayıp bir yerlerde bıraktık. Akıllarımızı, gözlerimizi de rehin verdik. Her şeye bizi rehin alan bu kimliklerden, kutuplaşmadan, korkulardan, paranoyalardan bakıyoruz. Galiba hepimizin yapması gereken önce kalplerimizi geri kazanmak, olan bitene kalp ve vicdan gözüyle bakmak.
Umudu inşa edebilmek için önce iyi ve kötü........