Karanlık dehlizlere ışık; Erich Fromm, yaralı insanlık |
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
16 Kasım 2025
Erich Fromm
“Sevmek bir eylemdir; edilgen bir duygu değil.
Bir şeyin ‘içinde olmaktır’, bir şeye ‘kapılmak’ değil.”
Frankfurt'un loş sokaklarında, 20. yüzyılın eşiğinde, tek çocuk olmanın ağır yükünü taşıyan bir çocuk düşünün. Penceresinden dışarı baktığında gördüğü dünya, içinde yaşadığı evden çok başka… Dışarıda yeni bir yüzyılın heyecanı, içeride ise bin yıllık geleneklerin ağırlığı. Erich Fromm'un çocukluk odası, bir tür hapishane gibiydi; duvarları dini metinlerle örülü, pencereleri toplumsal beklentilerle demirlenmiş, kapısı ise ailevi yükümlülüklerle kilitlenmişti. Hepimizin yurdu, hepimizin evi gibi… Bu odada büyüyen çocuk, yıllar sonra milyonlarca insanın iç dünyasını aydınlatacak fikirlerin temelini atacaktı. Fromm'un evinde konuşulanlar ile suskunluklar arasında gidip gelen bir gerilim vardı. Babası Naphtali'nin sert bakışları odanın içinde dolaşır, annesi Rosa'nın iç çekmeleri ise duvarlara çarpıp geri dönerdi. Bu ailede sevgi, koşullu bir kavramdı; iyi bir öğrenci olmak, dini kurallara harfiyen uymak, toplum içinde kusursuz davranmak karşılığında alınabilecek bir ödül. Küçük Erich, bu koşulları yerine getirdiğinde dahi beklediği sıcaklığı bulamadı. Annesinin kucağı hep uzaktı, babasının onayı ise dağların ardındaki sis gibi görünürdü, ama bir türlü yakalanamazdı. Şu yollardan ben de nasıl geçtim bir başıma, Allah biliyor ya! Bu duygusal kıtlık, onu ileride "koşulsuz sevgi" kavramını derinlemesine incelemeye itecek olan temel dürtü oldu. Ektiğimiz bu ekinler işte, bu ter damlalarının ürünü. Her şeye kaynak isteyenler, eğilip bu sudan içsinler. Kana kana, boğulurcasına.
Musevi cemaatinin içinde büyümek, Fromm için hem sığınak hem de tuzaktı. Sinagogun loş ışığı altında öğrendiği her kural, her ayin, her dua, onun zihninde iki karşıt soruyu doğuruyordu: "Neden?" ve "Neden olmasın?". Geleneksel eğitim, sorgulamayan bir itaati öğretirken, Fromm'un zihni sürekli olarak isyan ediyordu. On dört yaşına geldiğinde, dini metinlerde yazılanlar ile dünyada olup bitenler arasındaki uçurum onun için dayanılmaz hale gelmişti. Savaşın patlak vermesiyle birlikte, kitaplarda anlatılan merhametli Tanrı ile savaş meydanlarındaki vahşet arasındaki tezat, onun dini inançlarını temelden sarsacaktı. Herkes geçer bu eşikten, işte böyle bir sağa bir sola yalpalayarak. Ama ne mutlu içinden bu fırtınaların kendi olarak çıkanlara! I. Dünya Savaşı'nın başlaması, Fromm'un hayatında bir dönüm noktası oldu. O yaştaki bir çocuk için savaş, uzak ve soyut bir kavram olmalıydı belki, ama Fromm için öyle olmadı. Cepheye giden komşularının bir daha geri dönmemesi, kadınların ağıtları, erkeklerin gözlerindeki korku… Tüm bunlar onun ruhunda derin izler bıraktı. En rahatsız edici soru ise şuydu: “Nasıl oluyor da milyonlarca insan, tanımadıkları diğer milyonlarca insanı öldürmek için seferber olabiliyordu?” Bu soru, onun zihninde onlarca yıl boyunca yankılanacak ve nihayetinde "Özgürlükten Kaçış" gibi bir başyapıtın doğmasına yol........