İkiyüzlü bir dönem, zavallı bir şair: Oscar Wilde |
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
07 Aralık 2025
Oscar Wilde
Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde, 16 Ekim 1854’te Dublin’in Merrion Meydanı’ndaki gösterişli konakta, dünyanın en gürültülü entelektüel ailelerinden birinin ikinci oğlu olarak gözlerini açtı. Babası Sir William Wilde, İrlanda’nın en ünlü cerrahıydı; kraliçenin göz doktoru, İskandinav mitolojisi uzmanı, aynı anda üç-dört metresi olan, Victoria döneminde bile skandal sayılacak kadar cüretkâr bir adamdı. Annesi Jane Francesca Elgee ise “Speranza” mahlasıyla Young Ireland hareketinin ateşli şairlerinden biriydi; evinde devrimci İrlandalılar, İtalyan karbonariler ve Fransız sürgünlerle dolu salon toplantıları düzenlerdi. Çocuk Oscar, bu iki uç arasında büyüdü: bir yanda bilimsel soğukkanlılık ve cinsel aşırılık, öte yanda milliyetçi romantizm ve teatral patlama. Henüz altı yaşındayken annesinin misafirlerine Yunan tragedyalarından parçalar okuyor, babasının kütüphanesinde Vesuvius’un lavlarını anlatan Latince metinleri okuyordu. Bu evde “sessizlik” diye bir şey yoktu; yalnızca yüksek sesle okunan şiirler, kılıç şakırtıları ve gece yarısı kadeh tokuşturmaları vardı. Victoria dönemi, dışarıdan bakınca dantel yakalıklar, demir parmaklıklı ahlak kuralları ve kraliçenin siyah elbisesiyle tanımlanırdı. Gerçekte ise aynı anda hem en katı hem en ikiyüzlü çağdı. Gladstone ile Disraeli parlamentoda birbirini yiyor, Darwin türlerin kökenini tartışmaya açıyor, Marx British Museum’un okuma salonunda Kapital’i yazıyor, Pre-Raphaelite ressamlar ıslak çimenlerde uyuyan kadınlar resmediyor, aynı sokaklarda çocuklar fabrikalarda on altı saat çalıştırılıyordu. Cinsellik konuşulmazdı, ama fuhuş Londra’nın en büyük endüstrilerinden biriydi; erkekler “molley evleri”ne giderken karıları evde İncil okurdu. Birden o atmosferin içinden sanki bir zaman yolcusuymuşum da geçmişim gibi bir his benim de niçinse içimde belirdi. İşte Wilde tam bu çelişkilerin ortasında büyüdü ve çelişkileri kucaklamayı öğrendi. Bizatihi bir çelişki olarak yaşamayı da yeğleyerek… Biraz da bu yüzden onun için güzellik, ahlakın üstündeydi. Çünkü ahlak yalandı, güzellik ise asla yalan söyleyemezdi. Ona göre tabii, bana göre değil.
Trinity College’da klasikler okurken hocası J. P. Mahaffy’ye “Niçin Yunanlıları bu kadar çok seviyorsunuz?” diye sorulduğunda Mahaffy’nin cevabı Wilde’ın ömürlük manifestosu oldu: “Çünkü onlar bizim gibiydiler, ama utanmıyorlardı.” Oxford’a geçtiğinde ise estetizmin peygamberleriyle tanıştı. Walter Pater’ın “Hayatın tek amacı, yanmaktır; mümkün olduğunca çok sayıda zirve yaşam deneyimlemektir” cümlesi onun kanına zehir gibi işledi. Ruskin’in “Güzelliğin işçisi olunuz” çağrısına kulak verdi, ama Ruskin’in ahlakçı tonunu kesip attı. Artık amacı belliydi: Hayatı bir sanat eserine çevirmek. 1878’de “Ravenna” şiiriyle Newdigate Ödülü’nü kazandığında jüri başkanı “Bu çocuk ya çok büyük bir şair olacak ya da çok büyük bir sahtekâr” dedi. Balzac’ın, Huymans’ın, Baudelaire’in bir taklitçisi olduğu konusu akıllara gelince, evet ikisi de oldu. Londra’ya geldiğinde, henüz yirmi beş yaşında, hiçbir kitabı yayımlanmamış bir İrlandalıydı; ama birkaç ay içinde karikatür dergisi Punch’ın kapağında bir zambakla poz veriyordu. Kadife ceket, yeşil karanfil, kısa pantolon üstüne dizlik çorap; bütün bunlar bilinçli bir provokasyondu. “İnsanlar beni ya sevecek ya da nefret edecek, ortası yok” diyordu. Ortası da olmadı zaten. Estetizm onun için bir moda değil, bir isyandı. Zaten “Wilde, çoğu yerde biseksüel olarak nitelendirilmesine rağmen kendini Yunan kültüründen gelen bir “erkek aşkı” geleneğine bağlıyor ve Sokratik olduğunu iddia ediyordu.” Victoria dönemi kadını için “Güzellik sizin için nedir?” diye sorulduğunda “Bir erkeğin gözlerinde gördüğüm hayranlık” cevabını veren Wilde, erkek güzelliğini de aynı açıklıkla övüyordu. Belki de çok fazla insanı aynı anda sevebilme kabiliyeti mi vardı yoksa onda? Öyleyse, “ne mi?” diyeceğiz: “Yaradana kurban! Yaradana!” Aptal bir kimse de değil ziraa… 1882’de Amerika turnesine çıktığında gümrük memuru “Beyan edecek bir........