"Genlerimizden İbaret Değiliz": En uyumlu olan hayatta kalır!
Diğer
21 Aralık 2025
Adem'in Yaratılışı
"En kusursuz şecerede bile mutlaka bir 'aile edepsizi' yetişir."
-Safiye Erol
“Genlerimizden İbaret Değiliz: Biyoloji, İdeoloji ve İnsan Doğası”, Richard C. Lewontin, Steven Rose ve Leon J. Kamin tarafından kaleme alınmış ve 1984 yılında ilk baskısı yayımlanmış çığır açıcı bir manifesto. Kitap, bu görüşün bilimsel geçerliliğini sorgularken, insan doğasının yalnızca genetik faktörlerle değil, çevresel, toplumsal ve tarihsel dinamiklerin etkileşimiyle de şekillendiğine dair yırtıcı bir kuş gibi kanatlanıveriyor kapaklarını açar açmaz. İddialı toplumsal psikolojiye dair tespitler sunarken de insan davranışlarının, bireysel ve kolektif düzeyde, “genetik indirgemecilik”ten çok süreçler tarafından belirlendiği savına yaslanmakta. Kitabın temel görüsü insan doğasının statik bir genetik şablon tarafından değil, çevresel ve toplumsal faktörlerin sürekli değişen etkileşimiyle şekillendiği. Biyolojik determinizm, bireylerin davranışlarını, yeteneklerini ve toplumsal rollerini genetik yapılarıyla açıklamaya çalışırken, Lewontin, Rose ve Kamin, bu yaklaşımın bilimsel olmaktan çok ideolojik olduğunu vurguluyor. Onlara göre, biyolojik determinizm, mevcut toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştırmak için kullanılan bir araç. Ve elbette öyle. Nitekim ırk, zeka veya toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin genetik temellere dayandığı iddiası, tarih boyunca egemen sınıfların statükoyu korumak için kullandığı bir argüman olmuştur. Kitap, bu tür iddiaların bilimsel sahtekârlık örnekleriyle dolu olduğu eleştirilerini de içeriyor tabii. 1970’li yıllarda Cyril Burt’ün “IQ’nun genetik olarak belirlendiği”ne dair “bilimsel” verilerinin sahte olduğunun ortaya çıkması, kitabın bu eleştirilerini destekleyen çarpıcı bir örnek. Sadece Burt’ün çalışmalarının örnek verilmesi dahi zeka testlerinin ırksal ve sınıfsal eşitsizlikleri meşrulaştırmak için nasıl manipüle edildiğini gözler önüne sermeye zaten yeter. Bu tespit, toplumsal psikolojinin temel ilkelerinden olan “İnsan davranışları, bireyin içinde bulunduğu sosyal bağlamdan bağımsız olarak anlaşılamaz. Toplumun yapısı, bireyin algılarını, motivasyonlarını ve davranışlarını şekillendirir; bu nedenle genetik faktörler, yalnızca çevresel koşullarla birlikte anlam kazanır” argümanına ayrıca bir değer katar. Yani son dönemin ağızlara sakız olmuş popüler argümanı “sosyal çürüme”nin ekonomik bir krizin sonucu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira ekonomik kriz sadece yokluğum değil bolluğun da bir karşılığıdır. “Çok paranın adamı bozduğu” cümlesi de bu çürümenin bir diğer yüzüdür. Yani daha az ekmekten daha çok para kazanan bir fırıncıyla alım gücünü kaybettiği için ekmek çalan birinin davranışı toplumsal koşulların yarattığı bir davranıştır. Sonuç mu? İkisi de hırsızdır.
İnsan davranışlarının genetik varlığın çevresel faktörlerle anlam kazandığı konusunda doğrusu edebi eserler gözlem ve toplumsal değişimlerin ve gidişatların yarattığı her itkiyi “sosyal bir deney” şeklinde ortaya koymaya kafi gelir. Dostoyevski’nin birçok kitabı bu argümanı destekleyen güçlü birer edebi örnektir. ”Suç ve Ceza”nın başkahramanı Raskolnikov, yoksulluk ve toplumsal baskılar altında ezilen bir hukuk öğrencisidir. Onun yaşlı bir tefeci kadını öldürme kararı, yalnızca kişisel bir ahlaki çöküşün değil, aynı zamanda toplumsal koşulların da bir yansımasıdır. Raskolnikov’un “üstün insan” teorisi, bireysel iradenin toplumsal normların ötesine geçebileceği fikrine dayanır; ancak bu fikir, onun içinde bulunduğu yoksulluk, umutsuzluk ve toplumsal yabancılaşma tarafından şekillendirilir. Dostoyevski, Raskolnikov’un iç çatışmalarını ve suç sonrası vicdan azabını detaylı bir şekilde tasvir ederken, bireyin davranışlarının genetik bir determinizmle değil, toplumsal ve psikolojik dinamiklerin belirlendiğini gösterir. Raskolnikov’un suç işleme eğilimi, genetik bir “kötülük” eğiliminden değil, çevresel faktörlerden -yoksulluk, sosyal izolasyon ve ideolojik etkiler- kaynaklanır. Hakeza tefeci kadının davranışları da bu madalyonun elbette öteki yüzüdür. Kimini varlık, kimini de yokluk bozar. Bu bozulmanın nedenleri bozulanın durduğu yerle, onun sahip olduğu koşullarla da çok ilgilidir. Bu, “Genlerimizden İbaret Değiliz”in temel tezlerinden biri olan: “İnsan davranışları, biyolojik faktörlerden çok, toplumsal bağlamın bir ürünüdür”le kusursuzca örtüşür. Evet, insanın içindeki zehri de cevheri de ortaya toplum çıkarır, çünkü niye: “Ama onu oraya koyan kim?” sorusunun yanıtı da toplumdur.
Kitap, biyolojik determinizmin tarihsel olarak nasıl bir ideolojik silah olarak kullanıldığını da ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. 19. ve 20. yüzyıllarda, bilimsel otorite kisvesi altında, ırkçı ve cinsiyetçi politikalar meşrulaştırılmıştı.. 1924 yılında ABD’de göçmenlerin kısıtlanmasına yönelik yasalar, Slav, İtalyan ve Yahudi topluluklarının “zihinsel olarak geri” olduğu iddiasına dayanıyordu mesela. Nazi Almanya'sında öjeni politikaları, “sağlıksız” bireylerin toplumdan ayrılması........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin