Göçerken kendi hikâyeni de götüreceksin

Diğer

Konuk Yazar

03 Mayıs 2024

Sanırım Issız Adamı bir dönem filmi olmanın ötesine taşıyan, her birimizi sinemanın karanlığı içinde kavrayıp kavuran güçlü duygularla yakalamasıydı; aşk, kendinden bile güçlü çaresizlikler, hapsolunmuş yalnızlık…

Ama beni en çok etkileyen oğlunu görmeye gelen annenin terliklerini koyacak yer bulamaması olmuştu. Şehre göçmüş adamın yeni yarattığı steril, modern dekorda annesine bile yer yoktu.

Bir dağda mucize yaratan adam olarak da tanınan, Bayburt'un Baksı köyünün tepesine dev bir sanat müzesi diken ressam, profesör Hüsamettin Koçan'ın geçtiğimiz günlerde Jülide Ateş ile Four Seasons Bosphorus'da gerçekleştirdiği söyleşide de beni yine en çok göç, gurbetlik meselesi etkiledi.

O gün sanattan, Cumhuriyet'ten, 68 kuşağından, gurbetten konuşuldu ve en önemlisi giderek artan iç ve dış göçten.

68 Kuşağı halka gitmeyi hedeflemişti. Ben de o kuşaktanım. Sanat sadece kent merkezlerinde olmamalı, diye düşündüm. Meksika'dan da etkilendim. Orada merkezin dışına çıkılmaya başlanmıştı. Ama sanırım en itici güç babamın gurbette olması, hasret, yabancılaşma, beklemeydi.

Ulusal göçler, uluslararası göçler; herkes göçüyor. Gitmek fena bir fikir değil aslında. Eskiden delikanlılar kız verilmeyince gurbete kaçarlardı; gurbet bir kurtuluştu. Artık bir çok sebepten göç ediliyor ama bakıyorum yeni hayatlarında annelerine bile yer yok. Yeniden başlamak istiyorlar. Ne var ki hikâyelerini birlikte götürmüyorlar. Zengin olanlara bakıyorum değişmeye çalışıyorlar ama o donanıma sahip değiller. Sahip oldukları malzemeleri de geride bırakmışlar. Bir döşeğim vardı evden getirdiğim. Eskiciye verilmiş. Bir gün Beşiktaş'ta bir dükkanda rastladım ona. İçindeki yünü gösterecek şekilde dükkanın önüne konulmuş. Oysa annem onu ne niyetlerle yapmıştı.

Kültürel yabancılaşma yaşıyoruz. Geride bıraktığımız değerleri küçümseyen bir tutum yaygın. Oysa tüm kültürler kıymetlidir. Kültürün altı üstü olmaz. Özgün içerik üretmektir önemli olan.

Bir sürü cami yapılıyor ama özgün değil; hepsi taklit. Bir de Sultanahmet'e bakın.

Babam öldü, köye gittik. Bir baktım konaklar yıkılmış, evler küçülmüş, herkes bir televizyon almış dizi izliyor. Ortak alanlar, ortak muhabbet gitmiş. Kadınlar için yeni kuracağımız merkez bu yüzden önemli. Köyden şehre göçen kadın şehre katılamadı. Bir kısmı köye geri döndü. Hayata katılacağı bir ortam olması gerekiyor. Köy çok önemli. Ben bütün birikimimi Almanların kurduğu Güzel Sanatlar Fakültesi'nden ve köyden edindim.

Benim hikâyem köydü. Herkesin bir hikâyesi olmalı. Hikâyenin iyisi kötüsü yok. Hiç kimsenin hikâyesi bir diğerinden değerli değil. Önemli olan kişisel bir hikâyen olması.

Haşarı bir öğrencim vardı; sürekli bir arayış içinde resminde. Babası TIR şoförü. "Kızım bunlar senin şansın, bunları çizsene" dedim. Çünkü kendi gerçekliği ile yüzleşemiyor. Muhtemel daha iyi bir hikâye için saklanıyor. Oysa her hayat büyük bir laboratuvardır.

Şimdilerde fazlasıyla başarı taçlandırılıyor. İnsanlar başkalarının hayatını izlemekten kendi........

© T24