menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

David Lynch ve üzgün bej

12 0
19.01.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

19 Ocak 2025

Üzgün bej, mutlu pembe, asil siyah... Renklerin duygulara büründüğü bir dünyada yaşıyoruz. Ama son zamanlarda gözlerimiz kahverenginin, bejin ve toprağın tonlarıyla kuşatılmış durumda. Sad beige, üzgün, neşesiz bej, bu akımı duydunuz mu? Her şeyin aynı soluk renkte aktığı, pastel bir dünyada gibiyiz. Çocuk odalarından kıyafetlere, kahve kupalarından ev dekorasyonuna kadar uzanan bir bej rengi hâkimiyeti. Baktıkça insanın içine çöken ama bir yandan da huzur veren bir boşluk. Ama bu huzur gerçek mi?

Bir David Lynch sahnesi geliyor aklıma. Blue Velvet'ın açılışında, sıradan bir Amerikan banliyösü. Yemyeşil çimenler, kırmızı güller ve bembeyaz çitler. Kuş cıvıltıları, çocuk kahkahaları... Her şey huzurlu ve kusursuz görünür. Ancak kamera yavaşça yere doğru eğilir, çimenlerin arasından toprağın altına süzülür. Görünenin altında bambaşka bir dünya vardır, karıncaların ve böceklerin kaynaştığı, çürümüş yaprakların birbirine karıştığı bir karmaşa. O pürüzsüz çimenlerin altında hayatın sert ve çalkantılı gerçekliği gizlidir. Lynch'in bu sahnesi, bize yüzeyin altına bakmayı öğretir. Sad beige, üzgün bej akımı da biraz böyle. Dışarıdan dingin ve doğal görünen bir estetik ama altında bir sterilizasyon, bir tekdüzelik var. Sanki her şey kusursuz ve sade olmalıymış gibi, hayatın doğal dağınıklığı törpülenmiş gibi. Oysa Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi romanında renkler, hatıraların canlı birer taşıyıcısıdır. Kemal’in Füsun’a duyduğu aşkın izleri, sararmış fotoğraflarda, solmuş mendillerde ve kırık cam parçalarında saklıdır. Renklerin solması, hatıraların da silikleşmesi gibidir.

Doğanın canlı ve çelişkili renklerinin yerini, homojen ve pazarlanabilir bir sadelik almış. Bu durumun iç dünyamızı ve yaşam alanlarımızı renklerden arındırarak, çeşitliliği ve enerjiyi törpüleyeceğini söyleyenler var. Zaten bu söyleyenler ve karşı söyleyenler arasında gidip geliyor sosyal medya akımları. Oysa hayat, tek bir renk paletine sığmamalı. Bir çocuğun sarı ayakkabısı, yaşlı kadının mor şalı, sokakta rastladığımız duvar resmindeki canlı turuncu. Hatta Schjerfbeck’in kırmızı noktalı oto portresini düşünüyorum şimdi. Soluk ve puslu tonların arasında beliren o küçük kırmızı nokta, tüm resmin ağırlığını ve durağanlığını bir anda sarsıyor. O minimal, neredeyse silik figürün tam ortasında, dudaklarda beliren bu kırmızı detay, hayatın içindeki beklenmedik an, ters köşe. Bu resim, Schjerfbeck’in 1944 yılında yaptığı oto portrelerinden biri. Minimal bir renk paletiyle çalışılmış olsa da, derinlik ve karmaşa........

© T24