menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Beklemenin zamanı: Sabırsızlık çağında durgunluğun anlamı

18 0
02.02.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

02 Şubat 2025

İstanbul’da Şaşkınbakkal’da bir ATM sırasında. Önümde hoş giyimli, güzel gözlüklü bir adam telefonla konuşuyor. Nasılsın abim diyor, yengem nasıl diyor. Gülüşmeler, bizim salonu biliyorsun zaten, sığarız oraya. Ne zaman alalım diyor, konuşma hararetli. ATM sırasında önümde, zaten bir o bir ben varız. Bekliyorum. Konuşmanın bitmesini beklediğimi bilmiyorum henüz, işinin bitmesini beklediğimi sanıyorum. Sonra üç dört dakika geçiyor. Adam telefonu kapatıyor, sonra telefonuyla QR kodunu girerek ATM’deki işine başlıyor. Çünkü para çekmeyi meğer kartıyla yapmıyormuş, meğer telefonunu kapanmalıymış ki sıra bana da gelebilsin. Ben bunu bilmiyorum, o biliyor. Ve bunu kabalık olarak görmüyor. Beklemek ile ilgili düşündükçe bana beklemek aslında sosyal hayatın mikro kozmosu gibi geliyor. Neyi bekliyor, kimi bekletiyor, beklemeyi nasıl tanımlıyoruz? Zira nasıl beklediğimiz, nasıl beklettiğimiz, kim olduğumuzu gösteriyor.

“Penelope tezgâhının başında Odysseus’u bekler, Vladimir ve Estragon Godot’yu bekler, hepimiz bir şeyleri beklemek zorundayız, otobüsleri, telefonları ve su ısıtıcısının kaynamasını. Peki, insan başka ne bekler? Sevdiğimiz birinin dönüşünü, bir hastalığın iyileşmesini, ilhamı, hatta bazen sadece bir anın geçmesini bekleriz” diye başlıyor On Waiting kitabı.

Beklemek hayatın kaçınılmaz bir gerçeği. Çoğu zaman sabırla, bazen umutsuzluk içinde, bazen de farkında olmadan bekliyoruz. Peki, beklediğimiz anlar gerçekte neyle ilgili? Beklemenin zamana dair bilgimizi, hatta kendimizi algılayış biçimimizi nasıl şekillendirdiğini hiç düşündüm mü? Beklemek, zamanı hissetmenin en yoğun deneyimlerinden biri. Henri Bergson’un dediği gibi, zaman sadece mekanik bir ölçümden ibaret değil, yaşanan bir süreklilik. Bir çayın içine atılan şekerin erimesini izlemek, zamanın akışını deneyimlemenin bir yolu. Fırına verilen poğaçanın kabarmasını beklemek, bir yağmur damlasının cama süzülmesini takip etmek de beklemek. Ama neden beklemek bazen sabırlı bir kabul, bazen Kate Croy’un Güvercinin Kanatları’ndaki gibi hesaplanmış bir bekleyiş oluyor bunu merak ediyorum işte.

Beklemenin bir etiği var mı, yoksa beklemek sadece bir çaresizlik hali mi? Rilke’nin şiirlerindeki gibi, beklemek bir dönüşüm süreci olabilir mi? Ya da Elizabeth Bishop’un dizelerindeki gibi, bir tür kayıp mı içerir? Raymond Carver’ın öykülerinde olduğu gibi, beklemek çoğu zaman sessiz ve görünmez bir eylem; anlamı, ancak zaman içinde ortaya çıkıyor.

Modern dünya beklemeyi ortadan kaldırma vaadiyle geldi, internet, mesajlaşma, online alışveriş. Ama aslında beklemek sona erdi mi? Yoksa sadece biçim mi değiştirdi? Siparişin kapıya gelmesini beklemek, bir mesajın mavi tık olmasını izlemek, yine de bir tür sabır gerektiriyor. Fark şu ki, artık bekleyişimizi daha verimli, daha kısa hale getirmeye çalışıyoruz ama belki de bu yüzden, beklemenin getirdiği dönüşümden mahrum kalıyoruz.

Beklemenin farklı biçimlerini keşfetsem, sabırsızlık çağında bile beklemeye yer açmak gerektiğini düşünsem, nedir bu acelem diye sorsam Şaşkınbakkal ışıklarda ATM’de gördüğüm beni bekleten adamı affedebilir miyim? Bugün yola bu soruyla çıkıyorum. Belki de beklemek, sadece geçen zamanı değil, bizi de dönüştüren bir şeydir, ne dersiniz?

Henri Bergson’un şeker parçası metaforu bilinir. Fransız filozof Henri Bergson (1859-1941), zaman kavramı üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Bergson zamansallığın deneyimsel doğasını tartışır. Şeker parçası metaforu, onun süre / la durée kavramına dair bir örnek, bir şekerin çayda erimesi gibi, gerçek zaman da mekanik olarak bölünemez ve sürekli bir........

© T24